seni gördüğümde bir kitapçının önünde duruyordun. bedenin tekerlekli sandalyenin içinde hapsolmuştu adeta.duruyor ve camda sergilenen kitap dolu rafa bakıyordun. sonra başını yere eğdin. ardından omuzların da çökmüştü.
neden üzgündün?
yanına doğru varmıştım usulca. ama fark etmemiş olacaktın ki sandalyeni hareket ettirmek için yeltendiğinde, usulca bedenime çarpmıştın.
bir an panikledin. sonra başını utançla yere eğdin.
anlıyordum seni, içine kapanmış bir çiçek gibiydin.
daha o andan cezbetmiştin ele avuca sığmayan kalbimi.
sana doğru bakmaya devam ederken gülümsedim istemsizce.
tedirgin olmuş gibiydin. yoksa korkutmuş muydum seni?
sonra kitaplar geldi aklıma.
"kitapları seviyor musun?" diye sordum kibar bir tonda.
önce bekledin sonra yavaşça kafanı salladın.
kitapları seviyordun.
"öyle mi?" dedim, nedensizce mutlu olmuştum. "bende çok severim."
başın hâlâ eğikti. bu sefer ellerini kucağında birleştirdin.
kısa bir sessizlik oluştu aramızda. seni izlemeye devam ederken yere doğru eğildim. dizlerimi kırarak sandalyenin önünde durdum.
şimdi boylarımız daha uyumluydu işte.
sandalyede olduğun için yüksek duran insanlar seni incitebilir diye düşündüm.
her ne kadar bacaklarım hareket ediyor olsa bile, boyumuzu eşitlemiştim işte.
kestane rengi saçların yüzünü gölgelerken seni daha iyi görebilmeyi denedim.
ama sanki sen anlamıştın, kendini daha da içeriye çektin.
yüzünü görememiştim lakin bu, yanağındaki yara izini görmemi engellemedi.sonra, "hangi kitabı istiyorsun?" diye sordum sana doğru. "lütfen söyle. sana onu almak istiyorum."
bir kitap istiyordun. bunu o cama bakan üzgün yansımandan anlamıştım. sana o kitabı alacaktım.
hiç beklenmedik anda, "mavi güller" dedin.
bir çocuk misali sevindi yüreğim, el çırptı deli gibi. hemen dizlerimin üzerinde doğruldum.
"pekâlâ, burada bekle. bir yere kaybolma sakın; hemen geliyorum."
önünde durduğumuz kitapçıya girerek istediğin kitabı buldum. parasını ödeyerek dışarı çıktığımda hâlâ oradaydın.
aslında bir tane de kendime almıştım.
ve yanına vardım hemen, çöküverdim dizlerimin üstüne. tekrar eşitledim boylarımızı.
elimdeki kitabı sana doğru uzatırken sordum. "bu kitaptan bahsediyorsun değil mi?"
duraksadın.
dehşete düşmüş gibi bir halin vardı. sanırım bu o kitaptı.
kitabı aldın ellerimden. kapağına anlamlı bir şekilde baktın. sonra sayfalarını araladın ellerinle.
yapraklarını hızlıca çevirirken gözlerini kapattın. huzurun kırıntıları yer edinmişti ay yüzünde.
sonra yüzünü kaldırdın, bana baktın. gülümsüyordun.
kurumaya yüz tutan dudaklarını aralayıp, "çok teşekkür ederim, bayım." dedin.
sonunda sesin kulaklarıma değmişti. ama bilmiyordun ki bana 'bayım' demene gerek yoktu. yaşımız yakın sayılırdı.
bu olay beni gülümsetirken kısılan gözlerimle yüzüne bakmaya devam ettim.
mutluydum. çünkü önümde mutlu olan sen vardın.
yüzünü gördüm işte o sıra; bakmak için yeltenipte göremediğim o eşsiz yüzünü.
kaşlarını kapatan koyu renk saçlarını, kurumaya yüz tutmuş tapılası dudaklarını, kirpiklerine damlamış her yağmur damlasını, yanakların kızarmış bir vaziyette gülümseyen seni gördüm.
gökyüzündeki yıldızlar düşüvermişti sanki yanaklarına, bir melek misali; parlıyordun.
içim huzurla doluverdi bir anda. uzun zamana dayalıydı bu, tatmamıştım hiç o duyguyu.
ve yüreğim usulca titredi.
sonra anladım işte, senin yanaklarına düşen o yıldızlar, o sıra benim yüreğime düşmüştü.
yüreğimin en derinlerine, tam orta yerine.
ve bilemedim o gün; gönlümü bu yıldızların nasıl yakacağını.
🌌
ŞİMDİ OKUDUĞUN
stars fall when you smile ' jikook
Storie breviölümlerini ve yaşamlarını birbirine adamış olan iki gencin hikayesi. "hâlâ acı çektiğini biliyorum, belki dindiremem ya da saramam onları ama izin ver; gülümsemeni koruyayım. çünkü sen güldüğünde, gökyüzündeki yıldızlar işte buraya, kalbimin en deri...