Biz aşka ne deriz? sonsuz güven mi?
Hayır. Sonsuz sevgi mi? Hayır. Sonsuza kadar sürecek bir birliktelik mi? Hayır. Peki neydi aşk? Benim için tek bir anlamı vardı. Bağımlılıktı. İnsan aşık olduğunda beyni sonsuza kadar susuyor ve tamamen kalbi konuşuyordu. Bu yüzden birine olan aşkımız bittiğinde geçmişte yaptığımız şeyler için pişman oluyorduk. O hataları o saçmalıkları biz yapmamıştık. Kalbimiz yapmıştı.
Aşk denen illet insana bir kez bulaştı mı öldürene kadar bırakmıyordu.
Evde ölüm sessizliği vardı ve kimse kimse ile konuşmuyordu. Bir soru sormam lazımdı. Belki de o yüzden bana dolu dolu bakıyordu bu çift kahverengi göz... her baktığımda beni mutluluktan havalara uçuran o kutsal gözler..."Söyledikleri doğru mu?" dedim. Cevabına hazır değildim. Gözleri bana öyle bir bakıyordu ki çok büyük günah işlemiş ve pişman olmuştu sanki. Cevap vermedi. Gözlerimin içine bakmakla yetindi.
Bu sefer sesimi yükselttim. "Syung'un söyledikleri doğru mu Jungkook?" sonlara doğru sesim titrediği için
kendimden nefret etmiştim.Dudakları yavaşça aralandı. "Doğru."
Kalbime hizalanan silah, onun noktasına bastığı kelimenin ardından ateşlendi. Kalbim ortadan ikiye ayrılırken barut içinde kaldı. Barutun kokusu tüm vücuduma yayılırken yutkunamadım. Aşk böyle bir şeydi işte. Birine seni tamamen yerle bir edecek silahı vermekti ve ateş etmesini beklemekti. Zavallılıktı. Güçsüzlüktü. En kötüsü; hayal kırıklığıydı.
Şu an değil dedim içimden. Hayır Lalisa şu an değil. Ağlayamazsın dedim kendi kendime. Sakin olmalısın dedim. Bu adam daha demin senin saçlarını kokladı. Seni alnından öptü. Sana bunu yapmaz diye geçirdim içimden. Aşk tam da buydu işte. Onun ağzından çıkmasına rağmen gerçeği görmek istememek. Hala kafanda onu haklı çıkarmaya çalışmak... aşkın ta kendisiydi.
Gülümsedim. İçimin yangını bütün bedenimi sarmıştı. Beni boğan baruta rağmen gülümsedim. Jungkook bana bir adım attığında bir adım geri çekildim. "Lalisa... lütfen..." dedi çaresizce.
Ağlamaya meyilliydi ama kötü bir şey vardı. Bu şu an benim için hiçbir şey ifade etmiyordu.
"Yaktın." dedim sessizce "Yaktın."
Gözlerimin içine baktı. Beni öldürmeye devam etmek istiyordu anlaşılan. Gözünden yanaklarına bir damla yaş düştü. "Özür dilerim Lalisa... bak ben..."
Gülümsedim ve kapıyı gösterdim. "Hoşçakal."
Gözlerim içine baktığında gözünden bir damla daha yaş düştü. Tanrım hayır. Bu adam daha demin beni kaybetmekten korktuğunu söylüyordu değil mi? Beni boğmaktan korktuğunu söylemişti değil mi? O zaman neden şu an acımasızca boynumu sıkıyordu? Beni öldürmeye çalışıyordu.
"Lalisa yapma..."
Bu adam, karşımda duran adam beni kimsenin üzmesine izin vermeyecekti değil mi? Beni herkesten koruyup kendinden koruyamayan adam.
"Hoşçakal JK." dedim tekrar gülümseyerek.Syung yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirirken Jungkook hıçkırarak ağlamaya başladı. Tam şu anda. Karşımda. Kimsenin umrunda değildi. Ben de dahil.
"Lalisa... seni kaybedemem. Lütfen beni dinle."
Birazdan gücüm bitecekti ve yere düşüp hıçkırarak ağlamaya başlayacaktım. Gücümü son damlasına kadar kullanmak istiyordum. "Tek bir şey soracağım. Syung'un evine gittin mi?"
Jungkook'un gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Çaresizliği ses tonuna yansıdı. "Evet ama..."
"Şu an tek kelimenle beni yıktın. Karşına bu yüzden çıkmamıştım biliyor musun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
imkansız
Fanfiction❝Gerçek aşk söz konusu olduğunda hiçbir şey imkansız değildir.❞ ©2018 | roenvia