PARK JIMIN
"Yalan söylememem gerektiğini en başından beri biliyordum."
Avril Lavigne - Here's to never growing up
"Koş Taehyung koş!"
Yalan söylemeyi hiç sevmiyorum. Pekalâ, aslında güzel yalan söylerim ve karşımdaki kişi bir pot kırmadığım takdirde her zaman yalanıma inanır. Yani en azından arkadaşlarım ve annem üstüme gitmedikleri sürece yalanlarıma inanıyorlar ama eğer ki çok sıkıştırırlarsa da bir bülbül gibi şakımaktan asla da geri durmuşluğum yoktur.
Taehyung'la dizlerimizin bağı çözülene ve kendimizi yorgunluktan yere atacağımız kıvama gelene değin kafeye doğru son hız koşuyorduk, ayrıca ben o sıra hyunglarıma ve Jungkook'a nasıl ve ne tür bir yalan söyleyeceğim konusunda derin derin düşünüyordum. Tamam kabul, koşarken düşünmek oldukça zor ama şu anki bulunduğum çaresizliğe bir kılıf uyduramazsam ileride hayatımdaki zor kavramlarının başında annem ve arkadaşlarımın geleceği kesindi.
Taehyung'un bacakları benimkilerden uzun olduğu için önden gidiyordu. "Jimin!" diyerek arkasına baktığında, nefes nefese olduğum için zorlukla "Efendim?" diyebilmiştim.
"Başın dönerse söyle olur mu?" adımlarını benim yanıma gelebilmek adına yavaşlattı. "Keşke hastaneye gitseydik önc-"
"Taehyung," diye bıkkınlıkla soludum, endişelenmemesi gerektiğini bin kez falan suratına haykırmamı mı istiyordu? "Ben iyiyim, tamam mı? Endişelenecek bir durum yok, şimdi sadece koş!"
Dudaklarını birbirine bastırıp başını salladı ve az önceki hızlı temposuna geri dönerek, sanki bana inat olsun diye adım aralıklarını daha da genişlettiğinde gözlerimi devirdim ve kafeye gidene değin onunla tek çift laf bile etmekten geri durdum, farkındaysanız benim için endişelenmesi hoşuma gitse de, beni sinirlendirebiliyordu da.
"Sonunda gelebildiniz!" kafenin kapısını açar açmaz duyduğum ilk ses Namjoon hyungun sesiydi ve bu ses, rahatlamış bir sesten çok sinirli bir sese benziyordu, evet evet ne dediğimi anladınız siz.
"Biraz geciktik, kusura bakmayın." dedim kafenin kapısını Taehyung girdikten sonra kapatırken, "Yemek yemeye gitmiştik."
Kafede bizimkilerden başka kimse olmadığı için kafenin patronu bizi görünce ses etmedi ve kasanın arka tarafına geçerek telefonuyla uğraşmaya başladı. Ona baş selamı verdim ama görmedi, bu benim problemim kesinlikle değildi.
"Ee siz ne yaptınız?" dedim onların kurulduğu masaya Taehyung'u çekiştirerek, Namjoon hyung ve Seokjin hyung dışındakilerin hepsi oturuyordu ve ayakta olan ikili bizi sorgularcasına bakışlar atarken derince yutkunup rahat bir tavır takınmaya gayret ettim, gerçekten. "Aç mısınız?" bir sandalyeyi çekip oturdum, Taehyung da arkamda kalmasını dert etmeyip başka sandalye çekerek oturmuştu.
"Bir telefonun olduğunu biliyorsun değil mi Jimin?" bunu Seokjin hyung gözlerinden alevler çıkarken söylemişti. "Senin lanet olasıca bir telefonun var ve hepimiz seni aramamıza rağmen ulaşamıyoruz, annen evde delirdi, haberin var mı senin?"
Elimle cebimde hâlâ varlığını hissettiren telefonumu yavaşça kavradım, tuş kilidini açmadan önce gördüğüm tek şey sayamayacağım kadar arama ve mesajın haneme yönlendirilmiş olmasıydı, ah bir de telefonu okuldan çıktıktan sonra sessizden çıkarmayı unutmuş olduğumu fark ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
lucky charm √
Fanfiction[ vmin ] Kim Taehyung şanssız biriydi. Eh, Park Jimin'in ise onun şansı olmaya pek de niyeti yoktu, yani şimdilik.