Jimin'e doğru birkaç adım attığımda ne kımıldadığını, ne de gözlerini kırptığını farketmiştim. Saçlarının üstünde, kabanının omuzlarında kar birikmişti ve kardan adam gibi öylece dikilirken bana bakıyordu. İyice yaklaşıp önüne geldiğimde "Jimin?" dedim. "İyi misin sen? Ne zamandır buradasın?"
Cevap vermek için dudaklarını kımıldattığında dudakları titremeye başlamıştı. Burnunun ucu ve yanakları soğuktan kıpkırmızı kesilmişti. Durmadan titreyerek konuşmasına engel olan dudakları ise morarmıştı. Yavaş yavaş endişeleniyordum.
"Hyung..." dediğinde, sesi öyle güçsüz çıkmıştı ki iyice endişelenmiştim. Gözleri bana bir şeyler anlatmak istercesine bakıyor, ama titreyen dudakları ve bedeni engel oluyordu buna. Çok üşümüş olmalıydı. Çıkalı iki dakika bile olmamasına rağmen ben bile donmuştum.
Minicik, zapzayıf bedeninin iki yanından kollarına koymuştum ellerimi. "Jimin, sen donuyorsun."
Elimi kaldırıp yanağına koyduğumda gözlerini kapatmıştı. Yüzü buz kesmişti resmen. Eğilerek "Evin buraya çok uzakta mı?" demiştim. Jimin kafasını hızla aşağı yukarı sallamıştı.
"Hyung," demişti fakat dişleri zangır zangır titriyordu. Kelimeleri zorlukla seçiliyordu. "Benim, benim seninle konuşmam gerekiyordu ve delirmek üzereydim..."
Sözünü keserek "Seni götürüp ısıtmamız gerek," demiştim. "Evim yakında, taksi çeviriyorum. Donarak öleceksin yoksa."
Jimin "Ne?" demişti ama ben şansıma yakınımızda olan taksiye işaret etmiştim bile. Taksi önümüzde durduğunda Jimin'i kolundan tutup yürütmüştüm. Arkaya onunla beraber oturup taksiciye evimin adresini söylediğimde ona baktım.
Deli gibi titriyordu. Bacakları, dudakları, bütün bedeni... Kesinlikle hasta olacaktı. Ne kadar süre dışarıda beni beklediğini düşündükçe ağlamak istiyordum.
Kendime engel olamayarak kollarından tutup çekerek ceplerindeki ellerini çıkarmıştım. Gözlerini bana çevirmişti. Araba hareket ediyor, kar taneleri yollara düşmeye devam ediyordu. Şehrin arabanın camına yansıyan renkli ışıkları Jimin'in yüzüne vuruyordu. Kocaman açılmış kahverengi gözlerine, kıpkırmızı burnuna ve yanaklarına...
Şiddetle titreyen ellerini kucağıma koyup iki elimin arasına alarak sıkmıştım. Ellerimin arasında küçücük kalmışlardı, kolayca sarmıştım bu yüzden. Buza dokunmak gibiydi, elleri donmuş ve parmak boğumları kızarmıştı. Ellerimi sürterek onu ısıtmaya çalışırken
"Yanlış anlama," demiştim. "Donmanı engelliyorum sadece."
Bu aslında sadece ona değil, kendime de yaptığım bir açıklamaydı. Çünkü içimden akan bu ılık hisler iyice kendini belli etmeye başlamıştı. Bu ne Wheein'in ellerini tuttuğumda olmuştu, ne de ondan önceki herhangi birinin...
Park Jimin'den hoşlanıyor olamazdım. Bu saçmalığın da ötesiydi.
"Hyung, be-ben özür dilerim senden. Öyle şeyler söyle-"
"Şimdi konuşmak için kendini zorlama, titriyorsun."
Jimin başını önüne eğmişti ve beş dakika süren taksi yolculuğu süresince sesini çıkarmamıştı bir daha. Bense ellerini ancak eve geldiğimizde bırakabilmiştim.
Evime geldiğimizde her yerin artık karla kaplı olduğunu görmüştüm.Taksinin ücretini ödeyip zar zor yürüyen Jimin'in sırtına elimi koyarak desteklemiştim. Dokunuşumla kafasını çevirip bana bakmıştı birkaç saniye.
Binaya girip merdivenleri çıkmıştık, ardından cebimden anahtarları çıkarıp kapıyı açmıştım. Ev karanlıktı ve bu da kimsenin olmadığını gösteriyordu. Taehyung muhtemelen ne yaptığını tahmin bile edemeyeceğim bir şeyle uğraşıyordu dışarıda. Soojin'se okuluna dönmüş olmalıydı. O kadar berbat ve yorucu bir gün olmuştu ki onu arayıp sormak aklıma gelmemişti bile. Bu yüzden içim sızlarken onun da beni arayıp okula bırakmamı bile istememesi daha da üzmüştü. Soojin çok çabuk büyümek zorunda kalmıştı ve ona iyi abilik yapabildiğimden emin değildim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
love maze
Fanfictionlabirentte kaybolduk elimi tut birbirimizi kaybedemeyiz • yoonmin 140119