Dizlerimi kendime çekmiş, sırtımı yatağımın ahşap kısmına dayamıştım. Üzerimde lacivert ipekten geceliğim, belki de bu soğuk gecede ölmeyi bekliyordum. Ayaklarımın dibinde gri büyük bavulum içi dolu, ağzı kapatılmamış öylece duruyordu. Açık penceremden içeri giren soğuk rüzgar merhamet etmeksizin çıplak bacaklarıma ve kollarıma vuruyor, parmak uçlarımı uyuşturuyordu. Her yıkılmış anımda bavulumu hazırlar, sanki kaçacakmışcasına pencereyi açık bırakırdım. Jungkook, Jimin, Taehyung ve ben, hepimiz böyle yapardık.
Gözyaşları yanaklarımda kurumuşlardı. Gözlerim çok fazla acıyordu ve burnum belki soğuktan belki fazla ağlamaktan kızarmıştı.
Ayaklarımın dibine düşen kırmızı bir gül ile irkilerek gözlerimi bavulumdan çekmiş, gülü elime alıp yumuşak dokusuna dokunmuştum.
"Bu kadar dertli olma."
Penceremden gelen derin sesle elimde gül, başımı pencereye çevirmiş, pervaza asılmış olan Taehyung'a bakmıştım. Geçen haftadan beri akmaya başlamış olan sarı saçlarını üniversite zamanlarımızdaki gibi griye boyatmıştı ve gözlerinde koyu gri lensleri vardı. Sanki zaman geriye dönmüş de her şeyin toz pembe olduğu üniversite çağlarına dönmüş gibi.
"Pencereme gelmezdin sen, hayırdır?"
Taehyung gözlerini yüzümden ayırmadan dikkatle bana baktı.
"Beni boşver de sen cidden iyi durmuyorsun. Sorun ne Yeon?"
"Buralar artık bana dar geliyor. Gitmeye ihtiyacım var."
Taehyung önce bavuluma baktı, sonra da parlak gözleriyle bana. Omzunun üzerinden aşağıya baktığında yüzünde küçük bir tebessüm oluşmuştu.
"O zaman bugün şanssız günün değil. Üstünü giyin, gidiyoruz."
Dizlerimin üzerine doğrularak anlamlandıramayan bakışlarla ona baktım. Taehyung tutunduğu pencere pervazına ellerini bastırarak kendini yukarıya çekmiş ve çevik bir hareketle içeriye atlamıştı.
"Bekle, nereye gidiyoruz? Taehyung, Tanrı aşkına kafan mı güzel?"
Bavuluma eğilerek boğazlı kazak ve siyah pantolonlarımdan birini alıp kollarıma bıraktı.
"Burası nefes aldırmaz oldu. Acele et de giy şunları. Seni kaçırmaya karar verdim, pasaportun nerde?"
Banyoya ilerlerken hâlâ olan biteni kavrayamıyordum. Dünya mı hızlanmıştı yoksa beynim olayları algılayacak kapasitede değil miydi?
"Şey, çekmecede kimliğimle birlikte."
Üzerimi değiştirip yanına geri döndüğümde Taehyung valizimi kapatmış, sırt çantamın içine kimlik pasaport ve şarj aletimi koymuştu.
Valizimi pencerenin kenarına götürdüğünde ne kadar süre ayrı kalmayacağımı bilmediğim odama baktım. Duvarlar ben, Yoongi ve Hoseok'un toplu fotoğrafları, Taehyung'la benim sevgili olduğumuz zamanların fotoğrafları ve Jimin, Jungkook ve benim fotığraflarımız ile doluydu.
"Hazır mısın?"
Taehyung koyu gri gözlerini bana çevirdi. Tıpkı lise zamanlarımızdaki gibi gençlik ateşiyle parlıyorlardı.
"Evet."
Taehyung bavulu tuttuğu gibi kahkaha atarak aşağıya bıraktı.
"O kasları çalıştır biraz Jimin!"
"Siktir!"
Gözlerim Park Jimin'in sesiyle irice açılırken gözlerimi hızla aşağıya çevirmiştim. Jimin karnının üzerindeki bavulumla yerde yatıyor, Jungkook tepesinde ona gülüyordu.
"Onların ne işi var?"
"Ayrılacağımızı düşünmedin herhalde. Jungkook depresyona girerdi arkamızdan. Eh, kimseye işkence etmesine hiç lüzum yok."
Pencerenin üzerine çıkıp bir anda atladığında beni her seferinde böylesine korkutmasına karşı tekleyen kalbime nefretimi dile getirdim. Şov yapmadan rahat edemiyor zaten.
"Atla Yeon, seni tutacağım!"
"En son böyle dediğinde bacağımı kırmıştım, hatırlatırım."
Huysuzlansam bile yine de ayağımı pencerenin kenarından sarkıttım ve düşünmeden kendimi boşluğa ittim. Gözlerim kapalı, rüzgar çok kısa bir süre kulaklarımda uğuldarken Taehyung'un geniş kollarına düşmüştüm.
"Tuttum seni."
"Yah acele edin, olmayan uçağımız kalmak üzere!"
Jungkook Jimin'in üzerinden bavulumu almış ve kucağına aldığı gibi evin önünde bekleyen taksiye koşmuştu.
Bavulumu bagajdaki diğer bavulların yanına koyduktan sonra hep beraber taksiye binmiş ve havaalanına doğru yola çıkmıştık.
"Daegu'ya mı gidiyoruz Busan'a mı?"
Jungkook sırıtmış ve online bilet satın aldığı siteyi telefonunu sallayarak işaret etmişti.
"Kıta değiştiriyoruz hayatım, bizim gibi elit insanlar şehir değiştirmez, kıta değiştirir."
"Bu fikir kimden çıktı?"
"Taehyung'a oradaki bir tasarım bilmemnesinden iş teklifi gelmiş. Jimin Taehyung ile vedalaşamadı. Eh, ben işsizim zaten. Orada çalışma imkanı bulabilirim zaten. Yani üçümüz giderken sen de burada kalmamalıydın bir zahmet. Ha bu arada, planın falan var mıydı?"
"Hoseok ile yemek yiyecektik."
Jungkook yüzünü buruşturdu. Jimin telefondan biletlere bakıyor, Taehyung camdan dışarıyı izliyordu. "Hoseok hyung eğlenmeyi hiç bilmiyor. Seni kurtardığımız için bize minnettar ol."
"O gül annemin güllerinden değil miydi?"
Jungkook gergince güldü. "Tamam şimdi minnettar olman hakkında ödeştik."
-
New York uçağı kalkış yaparken donuk gözlerle camdan dışarıya baktım. Bir yanımı burada, onun yanında bırakmıştım.
Sevdim, sevildiğimi sandım, kırıldım. Namjoon'un yalanları, abimin ve annemin baskıları, başkalarının beklentileri.... hepsi geride kaldı artık.
Gençtik, ölümüne eğlendik, sevdik, sevildik ve hayal kırıklığına uğradık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
psychologist | namjoon
Hayran KurguKim Namjoon, Stockholm Sendromu olan bir hastanın psikiyatristiydi.