2.Bölüm -Oyun

152K 4.2K 293
                                    

Burada kalalı neredeyse 4 gün oluyordu.

4 koca gün!

Arada sırada yemeğimi ve suyumu getiriyorlardı. Tabi bir de lavaboya gidecek kadar özgür bırakıyorlardı. 4 günden beri gittiğim en uzak alan, kaçarak dış kapıya asılmamdı ve bu atağım da kafamın arkasına yediğim sert nesne ile son bulmuştu.

Namazımı kılacak temiz bir alan bile yoktu.

Kıyafetlerim çamur içindeydi. Üzerimde kurudukları için sertleşmiş bir yığın olarak bacaklarıma dolanıyorlardı.

O adını anmak istemediğim adam arada odaya giriyor, tehditkar rüzgarlarıyla beni korkutuyor ama yemeğimi bırakarak tekrar ortadan kayboluyordu. Garip bir şekilde varlığım ve yokluğum bir gibiydi onlar için. Bu dört günün ne anlamı vardı bilmiyordum ama, bu gençlerin bir takım işler çevirdiğini seziyordum.

Hele ki ela gözlerin sahibi... Onda bir şey vardı. Daha önce kimseden almadığım bir aura. Gri bir tabaka. Katran. Ölüm. Karanlık. Bu adamı izah edecek kelimeler tam olarak bu kasvetli kelimelerdi.

Kendimi görünmez gibi hissetmeye başlamıştım şu son günlerde. Gerçi kendi hayatımda da pek görünür olduğum söylenemezdi.

Bu yüzden beni görmemesi iyi bir gelişmeydi.Bir tek kaçmaya yeltendiğim gün dokunmasını istemediğim kadar çok dokunmuştu kollarıma. O günden sonra yanıma bile yaklaşmamamıştı. Buna sevinmeliydim ama bunda benim yerime sinmemin büyük etkisi vardı. O koca elleri bedenimin bir metre yakınında dahi istemiyordum.

Ali denilen genç geldiğinde, bir nebze sessizliğimi bozmuş ve temiz bir alanda namaz kılmak istediğimi söylemiştim, bağırmaktan ve çığlık atmaktan kısılmış sesimle... Benim için temiz bir seccade temin etmiş, hatta namazımı kılmam ve vakitleri kaçırmamam için odaya bir saat yerleştirmişti.

Bu gibi şeylerde Demir denilen barbarla konuşmak istemiyordum, gerçi onun da bu gibi şeyleri umursadığı yoktu.

Onlara baktığımda tek merak ettiğim ne işler çevirdikleriydi. Benim burada ne işim vardı? Bu farelerin bile güçlükle yaşayacağı mahzende neden saklıyorlardı?

Dış kapının sesiyle irkilerek sırtımı verdiğim soğuk kanepeden doğruldum. İki büklüm olmuş kemiklerim bu doğrulmayla beraber çatırdadı.Ufak ama kararlı adımlarla kapıya yanaşırken, günlerdir oturmaktan başka bir şey yapmayan ayaklarım isyan etti.

Bir kaç tıkırtı duydum, sonra sinirle alınan bir kaç soluk...

Kapının kilidinin döndüğünü duyduğumda, ben daha geriye çekilmeye fırsat bulmadan kapı aralandı ve içeri kocaman bir gölge düştü.

Kapının ani açılışıyla dengemi kaybettim.

Sonra resmen o koca gölgenin üzerine düştüm!

Kollarıyla beni kavrayarak yere kapaklanmamızı engelleyen eller, beni belimden kavrayarak kendine doğru çekti. Sert bedene düşen ellerim, karşımda bir insanın değil, bir kayanın olduğunu düşünmeme sebep oldu. Ancak o kaya nefes alıp veriyor, ellerime doğru bir sıcaklık yayıyordu.

Bu sert beden bir süre algılarımı kaybetmeme sebep olmuştu, beynim adeta şeffaflaşmış, üzerine kapandığı bedeni algılamak için gecikmişti.

Bu adam hakkında beynimin bana gönderdiği tek algı şuydu; 'Bu adam bir koluyla, kocaman bir adamın bile kemiklerini kırabilir.'

Ben çekilmeye çalışırken ellerimle göğsünden destek almaya çalıştım ve yüzlerimiz istemsizce hizalandı.Aslında böyle bir durumda kendimi olabildiğince bu adamdan uzaklaştırmam gerektiğini biliyordum, ama gördüğüm suret bunu engelliyordu. Suratı perişan haldeydi. Çatık kaşları bir şeyler saklamaya çalışıyordu ama benim insan sarrafı yanım o gözlerindeki tuhaflığı fark etmişti. Bu bakışları her gün aynada, kendimle göz göze gelirken görüyordum.

(Tüm Kitapçılarda!) Yusuf yüzlü, Demir yürekli.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin