5. AYNADAKİ TOHUM

160K 13K 27.7K
                                    

5. AYNADAKİ TOHUM

Çağan Şengül, Papatya

Zamanın içinde genişleyen bir özlem duygusu gibi, içimi yoklayıp duran bir his vardı.

İnsanları, çiçeklere değil, dikenlere benzetirdim ve dikenler ne zaman elime batsa, gözlerimin önüne önce babamın yüzü, sonra da bana sanki onun tohumu değilmişim, onun bahçesinde açmamışım gibi bakan soğuk kahverengi gözleri gelirdi.

Bazı geceler bir oyuncak ayıya sarılırdım; o oyuncak ayının elinde büyük bir papatya vardı, papatyayı tutarken gülümsediğini düşünürdüm ve bu yüzden çok küçük yaşlardan bu yana hep papatya mevsiminin gelmesini beklerdim. Çünkü ne zaman bir papatyayı avucumun içinde öldürsem, bu ölüm benim dudaklarımda tebessüm olurdu.

Evren'in beni o evden aldığı gün, bahçeye girip bir çiçeği o bahçeden koparıp almış gibi kopardığı ama öldürmek yerine, suyunu durmadan yenileyerek o bahçede kurumaktan kurtardığı, ömrünü çaldığı sanılan ama ömrünü uzattığı o çiçek gibiydim. Beni kurtarmıştı, ömrümü uzatmıştı ama bir gün suyumu değiştirmeyi unutacak olursa, tıpkı o bahçede ölüme terk edildiğim gibi, kendimi yeniden ölümün kollarında bulacaktım.

Bir insanı iyileşeceğine inandırmak, eğer o insan iyileşemezse, o insanı öldürmekten daha acımasızcaydı.

"Sönmez sanmıştım," dediğimde dilimin ucunda parçalanmış heceler, gözlerimde geri çekilen korkular vardı. "Ama söndü."

"Ateş de üşüyebiliyormuş," diye mırıldandı. Karanlığın kolları bedenimden çekildiğinde, Evren parmaklarının arasında tuttuğu çakmağa basmış, mumun alevi yalpalayarak duvarları aydınlatmıştı. Yeşil gözleri, ateşin dokunuşuyla zehir gibi bir renge dönüşmüştü. Sarmaşık yeşili gözlerini ateşten ayırıp benim gözlerime sabitleyince yatakta doğrularak kalktım. "Kalkmana gerek yok," dedi donuk bir sesle. "Çekmecelerden birinde bir mum daha olacak. Senin için onu yakarım."

"Ateş üşümüşse, mumu yaktıktan sonra yine söner," dedim telaşla, bir an durdu ve gözlerimin içine bakakaldı. Gözlerime baktığı sırada hangi hayatın içindeki hangi mürekkep leşi anıyı görüyordu bilmiyordum ama bakışı farklıydı. Sonra aniden elinde yanan mum söndü, oda yine karanlığa gömüldü. "Sana demiştim!" diye bağırdım elimde olmadan.

"Nefesim söndürdü," diye mırıldandı, cebinden çıkardığı çakmakla mumu yeniden yakınca gözlerim avuçlarına kaydı. Mum, eridikçe avuçlarının içinde beyaz bir tabaka bırakıyordu. Bir insanın böyle bir acıya maruz kalıp bu denli ifadesiz durması beni şaşırtsa da kaşlarımın ortasında oluşmuş bir acı yarığıyla elinde tuttuğu muma bakakaldım.

Evren, büyük bir ağırlıkla odanın ortasına doğru ilerledi. Çekmeceleri karıştırdığı sırada büyük bir sakinlik duygusuyla onu izliyordum; kalbimin atışları susmuştu ama mermi kovanları gibi yere dökülen hisler, içimi boşaltmış olsa da zihnimi yormaya devam ediyordu.

"Elin acımıyor mu öyle?" diye sordum sonunda, başımı omzumun üzerinden ona doğru çevirmiş, gözlerimi avucunun içinde eriyen muma sabitlemiştim.

Duraksadığını fark ettim, göz ucuyla bana baktı ama çekmeceleri karıştırmaya devam etti. "Acımıyor," dedi, sesi sakindi. Ona inanamayan gözlerle baktığımda, bu bakışımı fark edip bana daha büyük bir dikkatle bakarak yamuk bir şekilde güldü. "Sadece yanıyor."

Ona bakakaldım. Sarmaşık yeşili gözlerini gözlerimden bir yarayı yerinden koparıyormuş gibi kopardı. Gözlerini yeniden çekmecenin içine çevirdi ve aradığını bulmanın etkisiyle kaşlarını kaldırıp başını salladı. Beyaz bir mumu çekmeceden çıkardı, avucunda yanan mumun ucundaki ateş ile mumu yaktıktan sonra pencerenin önüne ilerledi. Penceredeki taş korkuluğa mumdan birkaç damla damlattıktan sonra mumu oraya yapıştırdı ve gözlerini yüzüme çevirdi.

GÜL KUYUSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin