11. İNCİ TOKA

199K 13.3K 45.2K
                                    

11. İNCİ TOKA

Yedinci Ev, Sarhoşum

Thurisaz, Past Perfect

Çağan Şengül, Mücevher

Konuya Fransız, Manzaram Çıkmaza

Zirveye varmak gibiydi ve yine o zirvedeyken, saçlarını uçuşturan rüzgâra meydan okuyarak yere serilmiş betonu izlemek gibiydi; düşmek gibiydi bir de, o betona yere serilen beton değilmişçesine serilmek gibiydi.

Çok uzun süre yalnızlığı kalp içine alıp, yanına adımı yazarak yaşamıştım.

Bakışlarım dipsiz bir kuyu gibiydi; bazen o kuyunun dibinde çiçekler yetiştirdiğime ben bile inanırdım ama işin aslı, o kuyunun dibinde yaşayan bendim ve nefessiz kalmaktan korkarak ektiğim her çiçeğin dikeni kalbime batmıştı.

Evet, o kuyunun duvarlarını pembeye boyamıştım ama kuyunun duvarlarının pembe olması, içinden dışarı fışkıran yosunlardan rutubet kokusu yayıldığı gerçeğini değiştirmezdi. Ben kendi kuyumda, kendi rutubetimle, var ettiğim renklerin ortasına oturmuş aslında evcilik oynar gibi görünen bir cesettim.

Beni bir oyunun içine, içimde ruhum yokken yerleştirmişlerdi.

Birinin beni elimden tutarak kuyunun dışına çıkardığı o günü hatırlıyordum; bir lale tarlasındaydık sanki ve o, uçuşan gömleğiyle önümde ilerlerken, bizi bir halat gibi birbirimize bağlayan kolu bana uzanmış, elleri elllerimi kavramıştı. Lalelerin kokusunu soluyup, rüzgârın dokunuşlarını tenimde hissederken onu izliyordum; hafif uzadığı için kıvırcığa dönen saçlarındaki bukleler, kalbimde duran dikenlerin asılı durduğu o bedendeki tomurcuk güller gibiydi. Beni kuyudan uzaklaştırıp çiçek dolu tarlalara götürürken izlediğim laleler değil, oydu; beni kuyudan uzaklaştırıp götürürken hissettiğim özgürlük değil, onun varlığıydı.

Frenleri ben içindeyken patlayan bir araçtı hayat. Herkes o aracı bir bir terk ederken ben direksiyonun başında babam var diye kapıyı açıp kendimi dışarı bırakmamıştım; ben babamın gözlerinde gözlerimi görür kendi gözlerime yabancılaşırken bile babamı hep sevmiştim. Şimdi Evren'le bir tren vagonunda, karşı karşıya oturmuş, hemen yanımızdaki pencereden hızın altında kalarak kaybolan ağaçları izliyorduk ve herkes vagonlardan kendini bir bir atarken, biz ikimiz trenin alevlerin yükseldiği tünele ilerlediğini bilmemize rağmen hiç hareket etmiyorduk.

Evren'in yeşil gözlerinde kendimi gördüğümde, ruhumun nerede olduğunu anlamıştım ve Evren'e güvenmiştim.

Gözlerim çenesindeki dikiş izinden ayrıldığında, zamandan geriye doğru düşmeye başladık. Tüm yaşananlar zihnime bir gemi enkazı gibi oturmuştu ve şimdi zihnim bir okyanustan daha derin, esrarengizdi.

Bakışlarını yüzümde hissettim ama onu görememek içine ağır bir yük oldu. Tek bir dokunuştu. Bir tülün ardından dudakları dudaklarıma yaslandığında, zaman orada, dudaklarımda ters yöne akan bir nehirde boğulmaya başlamıştı. Tek bir dokunuştu ama benim dünyamda çok şeyin yerini değiştirebilecek bir dokunuştu. Belki onun için kısaca bir dokunuştu ama o dokunuş, benim yaşadığım on dokuz yıldı.

Bakışlarını yüzümde hissetsem de o bakışları net olarak görememek bana kendimi kör gibi hissettirdi.

Elim yavaşça yüzüne yönlendi. Normalde asla cesaret edemeyeceğim bir şeydi belki de bu ama o an, onun yüzünü görmeye karşı duyduğum ihtiyaç her şeye ağır bastı; bana bile ağır bastı. Olduğum kişiye bile ağır bastı.

GÜL KUYUSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin