Uyandığımda Allen'ın yanımda olduğunu görünce istemeden ürperdim. Aslında onun için üzülüyordum. Babasının dediklerini yapmak zorundaydı. Aslında birbirimize benziyorduk. Birisi ne derse desin sevdiklerimiz için yapmak zorundaydık.
"Burada ne işin var?" dedim soğuk bir ifadeyle.
"Seni görmek istedim." dedi gözlerini benden kaçırarak. O an aklıma geldi. Benim herşeyi hatırladığımı bilmemeliydi. Ben cevap vermeyince konuşmaya devam etti.
"İyi misin? Uyurken terler içinde kalmıştın."
"İyiyim." dedim ve yataktan kalkıp karşındaki sandalyeye oturdum. Bir süre ikimizde sessiz kaldık ve dayanamayıp sordum.
"Merak ediyorum, bunca zaman kalede olduğumu biliyor muydun?" Sözlerimin arkasında ima aramadı ve kısaca "Evet." dedi.
"Üzgünüm Hayley." dedi ve yerinden kalkıp odadan çıktı. Ne için özür dilediğini biliyordum. Burada olduğum için kendini suçlu hissettiği belli oluyordu. Sandalyenin üzerinde dizlerimi göğsüme dayadım. Artık buradan gitmek istiyordum. Neredeyse bir haftadır buradaydım ve burdan bir an önce kurtulmak istiyordum. Kris'i düşünmeden edemiyordum. Rüyam Allen'ın beni uyandırmasıyla bölünmüştü. Daemon Kris'e birşey yapmış olabilir miydi? Ne düşünüyorum ben ya, böyle birşey asla olamaz. O zaman ne olmuştu? Acaba zamanı mı durdurmalıyım? Asla olmaz bu çok tehlikeli. Fikrimi delice bulsam da zamanı durdurmaya karar verdim. Gözlerimi kapattığım an zamanın durduğunu hissettim. Hiçbir ses yoktu. Hemen yerimden kapıya koştum. Koridora çıktığımda koridorun sonundaki merdivenlerden en hızlı şekilde aşağı inip ana kapıyı bulduğumda derin bir nefes aldım ve hızlıca kapıyı açtım. Kalenin bahçesinin bu kadar güzel gözüktüğünü bilmiyordum. Allen ve Rachel ağaçların altında bir grup genç radyanlarla oturuyordu. Diğer tarafta ise annesi ile bur bebek radyan vardı. Hızlıca bahçe kapısına koştum, eğer daha fazla zaman kaybedersem bir şeyler ters gidebilirdi. Artık kaleden çıktığımda derin bir nefes verdim ve hızlı bir biçimde ormanlıkta ilerledim. Kale Rainier Dağları arasında saklı olduğu için yola ulaşmak çok zordu. Ne kadar hızlı koştuğumu bilmiyordum ve bazı ağaç dalları yüzümü çizsede umursamadım. Olabildiğince hızlı koştum ve yola yaklaşmama az kaldığında kollarımda yaralar oluşmaya başladı. Canım yanmıyordu ama zamanı durdurmak beni fazlasıyla yormuştu. Bir adım daha attığımda yere yığıldım. Zamanın akışının kontrolü artık bende değildi. Birkaç kişi yanıma yaklaştı ve aralarından biri beni görünce çığlık attı. Yüzü tanıdık gelsede o an kestiremedim. Ondan sonra hiçbir sey anlayamadım, kendimi yorgun hissediyordum ve kısa bir süre sonra uykuya daldım.
Uyandığımda her zaman ki gibi nerede olduğumu bilmiyordum. Tanrım bu boktan bir durumdu. Odaya iyice baktığımda Melissa'nın odası olduğunu anlamıştım. Sanırım artık beynim işlevini geç yerine getiriyordu. Bu odayı asla unutmamalıydım çünkü en güzel anılarım burada geçmişti. Manhattan'dan keşke ayrılmasaydım diye düşünüyorum bazen ama oraya gitmemiş olsam bile çoktan bu olayların içine batmıştım. Asla normal bir hayatım olmayacaktı. Sevdiklerim her zaman tehlikedeydi. Hem de benim yüzümden. Ağlamamaya çalışıp tüm bunların kalbimde keskin yaralar açmasına izin verdim. Yatağın yanında resmi elime alıp özlemlele eski günlerime baktım. Resimde ikimiz vardık. O zamanlar her şeyin aslında ne kadar normal gözüktüğünü ama olmadığını anladım. Kapıyı açıp koridora baktım. Duvarlardan hiç unutamayacağım anılar akıyordu. Merdivenlerden aşağı indim. Daha sabahın dokuzuydu ve mutfaktan hoş kokular geliyordu ama hiç ses yoktu. Sadece çatal bıçak sesleri geliyordu. Mutfağa girdiğimde gözlerim Melissa'nın annesini aradı ama mutfakta sadece Melissa ve babası vardı. İkiside masaya oturmuş kahvaltısını yapıyordu. Mellissa peynirli omletini yiyorken babası da kahvesini yudumlayıp gazeteye bakıyordu. Mutfağa girdiğimde ikiside dönüp bana bakmadı bile. Önündekilerle ilgililenmeye devam etti. Kahvaltı masasına oturduğumda Melissa elindeki çatalı masaya vurdu ve "Sana kim oturmanı söyledi?" dedi soğuk bir şekilde. Gözlerinden ne kadar öfkeli olduğu okunuyordu.
"Melissa.." dedim sesimin titremesine engel olamayarak.
"Lanet olsun, sen ne haltsın Hayley? Ve radyanlarla ne alakan var?" dedi bağırarak.
"Melissa ben..." cümlemi tamamlayamadım. Ne diyebilirdim ki benim melezim mi diyecektim.
"Bir insan nasıl radyanlarla işbirliği yapar? Annemi öldürenlerle nasıl işbirliği yaparsın?" İnanamıyorum radyanlar Melissa'nın annesini mi öldürmüştü? Melissa kızarmış gözleriyle bana baktı ve cevabımı bekledi.
"Onlarla işbirliği yapmıyorum. Onlar beni kaçırdılar." dedim bana inanmasını umarak.
"Seni neden kaçırsınlar?" dedi soğuk bir ifadeyle. Buraya geldiğimde beri eski Melissadan eser yoktu. 1 yıl herşeyi ne kadar da değiştirmişti.
"Çünkü dedem radyan."
Afallamış görünüyordu ve "Ve anneannen de bir felix. O zaman sen nesin?"
"Ben felix ya da radyan değilim Melissa." diye yalan söyledim. Aslında neden yalan söylediğimi bilmiyordum. İçimden bir ses gerçeği söylememi istememişti.
Yapmacık bir şekilde güldü. "Hiç değilse sen normalsın?"
"Hayley, merak ettiğim birşey var. Peki kaleden nasıl çıkmayı başardın?" dedi ve bu sefer konuşan Melissa'nın babasıydı.
Daha ne kadar yalan söylemeye devam edeceğimi bilmiyorum ama yine yalan söyledim. Bu işin sonu hayırlı bitmeyecekti. "Dedemin yardımıyla tabiki."
"Oldukça zor olmuş olmalı." diye devam etti.
"Kalenin gizli çıkışlarını bilen bir kişi için zor değil." dedim sesimin kendinden emin çıkmasını umarak. O an kendimden utandım. Sevdiğim insanlara bile güvenemez olmuştum.
"Bir şey sorabilir miyim Bay Fell?" dedim ve o da sormamı işaret etti.
"Tüm bunları nerden biliyorsunuz ve neden Bayan Fell öldürüldü?" dedim sesim titreyerek.
Melissa babasının sorumu yanıtlamasına izin vermeyip kendi cevapladı. "Annemi radyanlar öldürdüğü için babam radyan avcısı oldu. Hükümetle işbirliği yapıyor. Felixlere gelince felixler tehlike teşkil etmediği için felixlerle bir sorunları yok ama radyanlar kendi amaçları için başkalarını öldürüyorlar. Ailesi olan insanları öldürüyorlar Hayley, senin annem ve benim annem. Asıl seni ben anlamalısın." dedi ve geldiğimden sesi ilk defa yumuşamıştı.
"Evet." dedim sesim titreyerek ve bir damla gözyaşımın akmasına izin verdim. Yerinden kalktı ve hafifçe omzuma dokunup "Hiç değilse senin insan olmama sevindim." dedi ve önüme bir tabak koydu. Tanrım tabakta peynirli omlet vardı. Hemde en sevdiğimdendi.
Yemekten gözümü ayıramayak "Bu benim en sevdiğim kahvaltılık." dedim.
"Biliyorum, radyanlarla işbirliği yapsaydın sana vermeyecektim." dedi haylazca gülerek. Melissanın çocuksu özelliklerinin değişmesine çok sevindim. Hayatımda tek değişmeyen o olsun isterdim. Harika kahvaltımı hızlıca bitirdim ve Melissa ile birlikte odasına çıktık. Onunla sohbet ederek görüşmediğimiz zamanların acısını çıkardık. Onunla konuştuğumda herşeyi unuttum. Kris'i ve babamı bile. Herşey çok güzeldi taa.. ki tekrar rüyamda Daemon ile buluşana kadar...
Look at me now, look what you see...
Bu şarkı sözü dilime takıldı ve yazmadan edemedim.
Yine merhaba biliyorum bölümleri çok geç yayınlıyorum ama yapacak bir sey yok. Herhangi bir mazeret uydurmayacağım adjgfgk .
Mediadaki Hayley karakteridir. Umarım karakteri beğenmişsinizdir. Lütfen bol oy ve yorumlarda bulunun. Hikayemi okuduğunuz için teşekkür ederim. Gelecek bölümde görüşmek üzere. :)))
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Felix
FantasyMerhaba bu benim ilk hikayem. . Çoğu hikayelerde vampir ve kurt adamlar var. Bende farklı bir tür çıkartiyim dedim. Diğer fantastik hikayelerden farklı olmasını istedim. Umarım hikayemi beğenirsiniz. Kapağımı yapan Mitsuki Kagayaki'ye teşekkürler ve...