17. Bölüm

818 89 41
                                    

Sabahın erken saatleri olduğundan, havada hafif bir esinti vardı. Üşütmüyor lakin rüzgarı Yiğit'in saçlarını savurmaya yetiyordu. Yağan yağmurun da etkisiyle etrafa yayılmış olan havada ki o muhteşem kokuyu soludu Yiğit. Dün gece yağan şiddetli yağmurun etkisiyle her yerde su birikintisi oluşmuştu. Bu küçüklü büyüklü su birikintileri Yiğit'e Aykız'ı düşündürmüştü. Küçük bir kız olsa, her birinkitiye atlardı kesin diye düşündü Yiğit. Öyle haylaz ve eğlenmesini bilen bir kızdı ki, küçüklüğünü tahmin etmek zor değildi. Yanında ki insanları da bu girdabın içine çekmeyi çok iyi başarıyordu. Yiğit farkında olmadan gülümsemeye başlamıştı. Gözleri sürekli asfalttaydı, yanından geçip giden hiçbir şeyi umursamadan düşüncelerinde kaybolmuştu yine. Nereye geldiğini görmek adına, gözlerini asfalttan çekip etrafta gezdirdi. Gözleri, o mıntıka da en iyi tanıdığı bakkalı aradı. Yiğit karşısında duran bakkalı görünce gülümsedi. Her zamanki gibi pırıl pırıldı bakkal. Her şeyi yerli yerinde, düzenliydi. Yiğit yüzünde ki gülümsemesini eksik etmeden bakkala doğru ilerledi. Mehmet efendi raflarda ki birkaç şeyi düzeltmekle meşguldü.

" Selamünaleyküm Mehmet efendi." Mehmet efendi yüzünde ki kocaman gülümseyle birlikte karşılık verdi.

" Oo ve aleykümselam Yiğidim, hoş geldin. Gel bakalım otur şöyle." Yiğit Mehmet efendiyi kırmamak adına, ahşap taburelerden birine oturdu.

Mehmet efendi de hemen karşısında bulunan tabureye oturmuştu. Bu bakkal Mehmet efendiye babasından kalmıştı, uzun yıllardan beri işletiyordu bu bakkalı. Yüzünde yaşlılığın getirdiği kırışıklıklar vardı. Kambur duruyor, bazen konuşurken nefesi kesiliyordu. Bu yaşına rağmen hala bakkala gelmesine şaşırıyordu Yiğit. Birkaç seneye kadar, Yiğit'in gözünde Mehmet efendi oldukça dinç gözüküyor ve yaşını göstermiyordu. Şimdiyse gözüne, çökmüş olmasına rağmen hala kendisini dinç gösterme çabasında olan birisini görüyordu.

" Hamza yok mu Mehmet efendi?" Hamza Mehmet efendinin oğluydu, bakkalın işlerine o bakıyordu artık.

Lakin Mehmet efendi, bu hayattan göçüp gitmeden bu bakkala gelmekten vazgeçeceğe benzemiyordu.

" Dışarıda işleri var, gelir şimdi." Sesi boğuk çıkıyor, biraz zor anlaşılıyordu.

" Bu dünyadan göç edene kadar buraya gelmekten vazgeçmeyeceksin değil mi Mehmet efendi?" Mehmet efendi gülümsedi.

" Allah elden ayaktan kesmedikten sonra, boş durmak bize yakışmaz evlat. Hem boş duranı Allah sevmez. Allah daha ne kadar ömür verir, daha ne kadar böyle yaşarım bilemem ama..." Mehmet efendi konuşurken duraklayıp derin bir nefes aldı. Konuşurken zar zor nefes alabildiği için sürekli duraklıyordu.

"... Şunu çok iyi biliyorum evlat, Allah bana ömür verdiği sürece babamdan bana kalan bu mirasa sahip çıkacağım." Bunları söyledikten sonra Yiğit'in dizine vurdu.

" Ee anlat bakalım, evlilik nasıl gidiyor." Yiğit gözlerini Mehmet efendinin merhamet dolu gözlerine çevirdi.

Bir an boğazı düğümlendi ve konuşamadı. Lakin bütün kalbi, her şeyi anlatıp hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordu. Bir omuza ihtiyacı vardı, içinde ki her şeyi dökmek istediği birisine ihtiyaç duyuyordu. Nasıl ki birine bunları anlatmak istese, boğazı düğümleniyor ve her şeyi bir kenara bırakıp dilinden her zamanki sözleri dökülüyordu.

" Elhamdülillah Mehmet efendi, Allah bugünümüzden geri koymasın." Mehmet efendi Yiğit'in ses tonundan, yüzünde ki belli belirsiz gülümsemesinden anlamıştı bir şeyler olduğunu.

Lakin sormadı, biliyordu Yiğit'in bu hallerinin nedenini. Kafasının içinin ne kadar karmakarışık olduğunu biliyordu. Kalbinin nasıl da yanıp küle dönüştüğünü hissediyordu. Her zaman oğlu gibi görmüştü Yiğit'i. Yiğit yaşadıklarından kimseye bahsetmemişti, lakin etrafta dolaşan bazı dedikodular Mehmet efendinin de kulağına ilişmişti. Bu konuda Yiğit'in ne kadar hassas olduğunu bildiğinden, bu konu hakkında hiç söz etmedi. Lakin çok iyi biliyordu Yiğit'in nasıl hissettiğini, söylemek isteyip de söyleyemediği çok şeyi olduğunu biliyordu.

DİVANE-İ AŞKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin