Vakit, her bir kum tanesinin hızlıca diğer tarafa akması kadar kısa, bir nefes kadar değerliydi. Yiğit'in üzülmeye bile vakti yoktu. Oturup Eleadora'nın kendisine yaptığı şey hakkında düşünecek zamanı yoktu. Aykız'ı bir an önce kurtarmak zorundaydı. Son nefesini almadan önce, bir daha toparlanamayacak kadar kötü olmadan önce panzehiri bulmak zorundaydı. Her şey hızlıca gözünün önünden aktı. Askerler hızlıca onu dışarı çıkarmışlardı. Birkaç saniye duraklamak, kalbini yoklamak zorunda kalmıştı. Hiçbir şey hissetmediğini farkedince vücudunda bir ürperti oldu. Kalbinin Eleadora'ya karşı ne zaman bu kadar katı olduğunu anlayamamıştı. Affallamıştı lakin burada put gibi dikilip duramazdı artık. Derin nefesler aldı, şimdi bir baş ağrısını çekecek durumda değildi. Sakinleşip panzehiri bulmak zorundaydı. Başının döndüğünü, midesinin bulandığını hissetti. Boğazında asitli, kokuşmuş bir tat varmış gibi hissetmeye başladı. Midesinden boğazına kadar çıkmış bir şeylerin olduğunu anladığı an, bir yere çökmek zorunda kaldı. Toparlanana kadar aradan epey bir zaman geçmişti. Kalkıp gitmek o kadar da kolay olmamıştı. Kalbi sandığı kadar katılaşmamıştı. Gözünden akan birkaç yaşı sildi. Daha fazla vakit kaybetmeden -ki fazlasıyla vakit kaybetmişti bile- bindiği at arabasıyla en sevdiği manzaraya doğru yola çıktı.
Oturduğu koltuk beşik gibi sallanıyor, günlerdir uyumadığı uykularını hatırlatıyordu. Atın nallarının toprak yolda çıkardığı ses kulaklarına ninni gibi gelmeye başlamıştı. Lakin biliyordu ki, gözlerini birkaç saniye bile kapatsa kabusları üzerine karabasan gibi çökecekti. Fazlasıyla yorgun hissediyordu, kolunu kaldıracak hali yoktu. Lakin daha zorlu birkaç gün yaşamıştı, belki de Aykız'ın toparlanması aylar sürecekti. Zehir insanın vücudunu yataklara düşürür, bazen yavaş yavaş bazen de bir anda yok ederdi. Bu zehrin ayrıcalıklı olması da, Aykız'ın ne kadar süre içerisinde iyileşeceği konusu hakkında bilgi vermiyordu. Yiğit aklına gelen bir diğer seçenek, Aykız'ın asla iyileşemeyecek olmasıydı. Her ne kadar böyle bir seçeneğin olmasını dahi istemese bile, eğer panzehir olmazsa Aykız ölecekti. Belki panzehir bulunsa bile Aykız toparlanamayacaktı, kaldıramayacak ve ölecekti. Yiğit başını sıvazladı, bunları düşünmek için erken diye düşündü. Bunlar düşünmemeliydi, her zaman iyi olanı düşünmek zorundaydı. At arabası durana kadar, Yiğit düşünceleriyle boğulmuştu.
Yiğit'in gözünün önünden burada yaşadığı bütün anıları geçiyordu. Gözlerini kapattı, birkaç kar tanesinin yüzüne düştüğünü hissetti. Zarif bir kahkaha sesi kulaklarında çınladı. Karda yürüyen ayak seslerini dinledi. Birkaç cılız ses duydu, acıyla bazı şeyleri öğrenmek isteyen bir ses. Yüreğini parçalayan bir sesti, her zaman aşık olduğu kişinin sesiydi. Her zaman aşık olacağı kişinin. Yiğit dizlerinin üstüne çöktü, sırtını her zaman dimdik duran koca ağaca yasladı. Yaşadığı onca zaman boyunca kadınlar her zaman onun için acı olmuştu. Sevdiği bütün kadınlar bir gün onu terk ediyordu. İsyan edemezdi, imtihanı buydu, lakin yüreği öyle çok yanıyordu ki. Hiçbir şeyin söndüremeyeceği kadar büyük bir ateşti. Kalbinin acıyla kavrulduğunu hissediyor, sadece bir damla suya muhtaç kalıyordu.
Yiğit sinirle toprağı kazmaya başladı, tırnak uçları kanamaya ve acımaya başlamıştı. Lakin durmadı, öyle hırsla kazıyordu ki hiçbir şey umurunda değildi. Sonunda bir kağıt parçası bulduğunda nefes nefese kalmıştı. Kağıt parçasına eline aldı, şaşkınlıkla elinde ki şeye baktı. Hepsi sadece bu kağıt parçası olamazdı. Tekrar sinirle toprağı kazmaya başladı, başka hiçbir şey yoktu. Başını göğe doğru kaldırıp o kadar yüksek sesle bağırdı ki toprak altında sarsıldı, ağaçta ki kuşlar tek tek etrafa kaçıştı. Gökyüzü maviliğini bulutların arkasına sakladı. Yiğit elinde kalan tek şeyin bir kağıt parçası olduğuna inanmak istemedi. Toprak olmuş elini ve kanayan tırnaklarını umursamadan kağıdı eline alıp açtı. Yiğit'in anlamadığı bir sürü kelimeyle dolu bir kağıttı sadece, daha önce böyle bir alfabeyi görmemişti bile. Bir insan ancak bu kadar gaddar olabilir diye düşündü Yiğit. Her şeyi öyle zorlaştırmıştı ki, yerini bile Aykız'ın ölümüne saatler kala söylemişti. Üstüne panzehir diye bir kağıt parçasının yerini tarif etmiş, Yiğit'in bilmediği bir dilde yazmıştı. Yiğit sakinleşmek adına derin nefesler almaya çalıştı. Lakin kalbi sıkışıyordu, nefes alması gitgide zorlaşıyordu. Zorlukla ayağa kalktı, bir an önce şu işi bitirmesi gerekiyordu artık. İlla ki bilen birileri vardır diye düşündü. Olmak zorundaydı, Aykız'ı ölüme terk edemezdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DİVANE-İ AŞK
SpiritualAşk kıştan sonra baharın gelmesi gibidir. Kışın güzelliklerle dolu, buz gibidir. Bahar, rengarenk çiçeklerle dolu, sıcacıktır. Aşkta böyledir işte. Hayatın güzelliklerle doludur aslında, ama her zaman bir şeyler eksik ve soğuktur. Aşk geldikten sonr...