1.Bölüm

113K 2.1K 329
                                    

    Bu kurguyu yazmaya başladığımda ufaktım ve vakit geçirmek için başlamıştım. Ama sonra zaman geçtikçe karakterleri daha çok özümsedim ve ilk yirmi bölümü duygudan yoksun yazdığıma karar kıldım. Final verdikten sonra bölümleri kaldırıp düzenleme yapacağım.

Sevgilerle...



   Sancıyan kalbindeki acıları susturmak için açtığı müzikle beraber, önünde duran tertemiz kağıda siyah kalemle ruhunu söken acılarını iliştirdi.

  "Ruhları farklı bedenlere sıkıştırılmış aciz, zavallı insanlar...
Kim olmak istediğini bilmeyen zavallılar...
Acıyı yutup, minnetle teşekkürü borç bilen aptallar...
Durmadan koşup, hayır yorulmadım diye haykıranlar, ah tam bir ahmak...
Durma git, acıyla yoğrulmuş bedenini bir kez olsun sustur ve git!
Gidemiyorsun değil mi? Gidemiyorsun çünkü gitmekten korkacak kadar bataklığın seni içine çekmesine izin verdin.
Karanlık denen kavramın varlığında kayboldu sisli ruhun ve sen hep aydınlığın varlığına kalın bir perde çektin. Şimdi karanlık mı suçlu? Yoksa ayaklarının varlığını bilen sen mi?"

Düşündü ayakları olan, gitmekte kararlı olan karmaşanın bedenini zihnini kurcalamasına müsade etti ve bir cesaret elindeki telefonla yapmak istediği şeyi yaptı.

"Nasılsın? Hala çalışıyor musun?"

"Çalışıyorum canım. Şirketteyim"

"Kolay gelsin. İyi geceler" dedikten sonra kapattı telefonu. Çok yakın zaman sonra Aykut ile evlenecek, ailesinin kendinden beklediği her şeyi yapacaktı. Kalp sızıntısı yahut yorgunluğu var mıydı bilmiyordu. Zaman onu evirip çevirip hissiz bir deney kurbağasına çevirmişti yazık ki. Ellerinden çekilen ruhunun bir parçasını olsun tutmak ve son defa sarılarak vedalaşmak istedi acziyet dolu, kırgınlık dolu, mücadeleyle dolu ruhunu.

Aşık bir kadın değildi, fakat güvenen, arkadaşça seven bir kadındı. Aralıksız kapılarıları aralayan, açılmazları açan, şehvet ve tutku hiç olmamıştı aralarında. Şehveti bedeninde hiç misafir etmemişken, ruhunun şehvete açlığından da bir haberdi. Kıymıklı, dikenli bir prangaydı sevişmeyi düşünmek, heleki çocukluğunu geçirdiği bir adamla...

Aralarında bilemedikleri bir duvar örülüydü sanki, bu duvar ki asla yanına yaklaşılmayan kapkara boyaları olan, dikenli tellerle örülmüş bir girdaptı. Kumsal tanelerinin denizle olan çırpınışları bile her saniye birbirlerine doyarken, onlar açlığın simgesiydi belkide. Tutup ellerini dudaklarına götüremeyecek kadar, bedeninin en ücralarına misafir edemeyecek kadar güçsüzdü. Kimdi onu bu denli çaresiz, aciz kılan; elbette anne babasından başkaları değildi.

Leyla parmağındaki altın alyansına bakıp gülümsedi, biraz acı, biraz kederle. En yakın arkadaş, en yakın dost, her şeyden önce çocukluğuydu Aykut. Nasıl çırılçıplak kalacaktı onun yanında tüm ruhu, tüm bedeni ve kaderiyle. Diline dolanan kan sızıntısı damağından boğazına saran katrandan farksız tadıyla iğrendiriyordu geçen her dakika.

Cesaret, evet yalnızca eskisi gibi cesur bir kadın olmaya delicesine muhtaçtı harmanlanan fakat tek soluk rüzgar esmeyen ruhunda. Hemen üzerini değiştirip kalem elbisesini giydi yapacağı konuşmaya ancak bu renk yakışırdı bu gece; matemin rengi siyah. Babasına hissettirmeden arabanın anahtarını vitrinin içinden aldı.

Dışarı çıktığında soğuyan hava önce yüzünü ardından da tüm bedenini iğneledi. Aykut'un yanına gitmek ve ona sarılarak içindeki dert kuyusundan kurtulmak, belki kendini teskin edecek bir iki kelam işitmek için yapıyordu tüm bunları. Arabayı şirketin otopark alanına park eder etmez hemen büyük binanın içine kendisini attı.

LEYLAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin