Dört çift göz birbirine şaşkınca bakınıyordu. Kısa bir durum analizi yapmaya bile vakitleri yoktu. Askerlerin sesi çoktan yakınlaştıklarını gösteriyordu. Buradan kaçmanın yolu yoktu.
"Beni takip edin," dedi Jungkook arkasını dönüp askerlerin zıt yönünde ilerlemeye başlarken. Jimin "Orası çıkmaz yol, nereye gidiyorsun?" diye araya girmişti. Askerlerin duymaması için kısık tuttuğu ses haddinden fazla keskin çıkıyordu. Jungkook ona albenili bir bakış atıp "152. Haftada öğrendiklerimizi çok çabuk unutmuşsun güzelim," dedi. "Sarayın gizli kapıları."
Jimin aklına bir şey gelmiş gibi gülümsedi ve hepsi yürümeye başladı. Jungkook'u takip ediyorlardı ve askerlerden uzaklaşmış sayılırlardı. Hala hapishanenin karanlık koridorlarında olsalar da... Köşeyi döndüklerinde önlerine taştan bir duvar çıktı. Jungkook eğilip duvarın kenarında duran taşlardan birini çekmişti.
Seokjin taşın çıkmış olmasına şaşkınlıkla bakarken Jungkook bir insanın geçebileceği büyüklükte bir delik açmıştı. Yüzünde kendinden memnun bir gülümsemeyle işaret etti. "Geçin buradan."
Taehyung, Seokjin'i belinden hafifçe ittirince Seokjin ona kaşlarını çatarak döndü. "Benden önce sen çık," dediğinde diğerinin de kaşlarını çatmasına sebep oldu. "Burada seninle hangimizin önce çıkacağı tartışmasını yapmayı çok isterdim ancak bugün sözümden çıkmıyorsun Seokjin." Taehyung oldukça ciddi bir ifadeyle konuştuğunda Seokjin onun yeni bir rengini daha keşfettiğini görmüştü.
Şaşkınlıktan dolayı reddetmeyip delikten zorlukla çıktığında aniden gözüne çarpan ışığa dayanamadı. Hapishaneden çıkmışlardı. Ardından Taehyung, Jimin ve Jungkook da geldiğinde onlara döndü. "Zemin kattayız," dedi Jimin ona bakarken. "Birazdan kaçtığın için-"
Aniden sarayda bir kalabalık gürültüsü duyulduğunda Seokjin endişeyle çevreye bakındı. Yakınlardaki bir koridordan geldiği kesindi ancak çevrede kimse yoktu. "Seni aramaya başlayacaklar demek üzereydim." Jimin dudaklarını dişlerken Jungkook "Gidelim!" demişti aceleyle. Tekrardan koşmaya başladıklarında Jimin önündeki üçlüyü kolluyordu. Jungkook ise yolu gösteriyordu.
Sarayın birçok çıkışı vardı. Bunlar acil durumlar için, misafirler için, savaş durumunda oldukları zamanlar için gibi birçok haldeyken kullanılıyordu. Jungkook oldukça başarılı ve dersini iyi almış bir askerdi. Öğrendiği tüm bilgileri kutu gibi zihnine hapsetmişti ve kullanmak için bugünü bekliyordu. Eliyle arkasındaki kişilere gel hareketi yaptıktan sonra gizli bir aralığa girmişti. Hemen birkaç koridor sonrası sarayın acil çıkışlarından biriydi.
Kaçağın yakalanması için kapanmak üzere olmalıydı. Askerler çoktan orayı kapatmaya yönelmişlerdi. Arkasını dönüp Seokjin ve Taehyung'u öne itti. Arkalarında durmak onu daha emin hissettiriyordu. Öncelikli amacı onları kurtarmaktı. Taehyung olumlu anlamda kafasını sallayıp koşmaya devam etti. Ne ara bu kadar cesur olmuştu bilmiyordu. Tek bildiği Seokjin'i kurtarmak istediğiydi.
"BURADALAR!"
Koridorda koşan dörtlüyü sanki buz esintisi gibi sarsan ses arkalarındaki askerden geliyordu. Jimin arkasını dönüp bir saniyeliğine baktığında tek bir kişi olmadığını ve arkasında bir on kişi daha bulunduğunu gördü. Halledemezlerdi.
"Koşun!" dedi Jimin önündeki ikiliye. Jungkook'un gözlerinin içine kısa bir anlığına baktı. Ardından onun elini tutuşunu izledi. "SARAY ASKERLERİ BUNLAR!"
Kalabalık öfkeli bir şekilde üzerlerine doğru geliyordu. Kıvrımlı koridorun sonundaki kapıya dört kişi ulaşmaları mümkün değildi. Seokjin gözlerini irice açarak arkasındaki ikiliye baktı. "Hayır," dedi kaşlarını mümkün olabildiğince çatarak. "Koşun siz de!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
strawberries & melons
Fanfictiontaejin jikook taehyung'un çilekleri, seokjin'in kavunlarıyla...