Saçları sıcak çikolatayı andıran, omuzları genç adamın üzerinde pek de şaşalı olmayan, dışarıdan bakıldığında çuvalı andıran kıyafetleri vardı. Yine de köydeki birçok kız ona abayı yakmış durumdaydı ve kışın ortasında olmalarına rağmen gelip genç adama kavunları soruyorlardı. Evet, kavunlar.
Bu genç adam güzel bir kavun yetiştiricisiydi.
İşleri çoğu zaman iyi giderdi, saraya kavunlarını sıkça satardı ve kralın zevkle yediği haberleri kulağına gelirdi. Kasabada nedenini adlandıramadığı bir tanınmışlığı vardı; herkes kendisini sever ve yakışıklılığından bahsederdi. Bazı anneler kızlarına oğlanı alabilmek için yol ortasında kolundan tutarlar, konuşurlardı.
Ve evet, kavunlar.
Agora Krallığındaki genç bir kavun yetiştiricisi.
Adı Kim Seokjin'di.
Ve kavunlar kadar sevdiği bir meyve varsa bu kesinlikle çileklerdi.
Özellikle kendisininkinin hemen yanında bulunan çilek tarlasındakileri.
Kim Taehyung'un melekleri kıskandıracak yüzüyle evinden çıkıp tarlasına gülümsemeyle bakışına hayran kalırdı Seokjin. Diğerinin küçük ama sabırsız adımlarını sabahları takip ederdi. Kavunlarına bir kez göz attıktan sonra Taehyung'un çileklerine sevgiyle dokunuşuna bakardı. Sevgisi çok naif gelirdi ona. Çilek çiçeklerini dudaklarıyla kırmaktan korkarcasına öptüğünü görmüştü bir keresinde.
Taehyung'un tarlasını kendi kavunları kadar hatta daha iyi bilirdi Seokjin. Tarlasına alpine çilekleri hâkimdi. Bu çilekler ilkbahar aylarında ekilirdi ve tüm sene boyunca meyve verirdi. Her beş senede bir ekimin yenilenmesi gerekirdi. Çok küçük fakat lezzetli çileklerdi bunlar ve Taehyung onları reçel yapanlara satardı.
Tarlanın ufak bir bölümünde ise Haziran çilekleri vardı. Bunlar sadece yaz aylarında ekilirdi ve meyveleri de yine yaz aylarında size gelirdi. Bunları ticari anlamda yetiştirmiyordu, çilekleri toplayıp kendisi yiyor veyahut kasabada koşuşturan çocuklara dağıtıyordu. Seokjin tarlasında en çok o bölüme ilgi gösterdiğini düşünürdü. Çünkü Taehyung'un yazın aniden bastıran yağmurda bu çileklerin başına şemsiyelerle dikildiğini görmüştü.
Kim Seokjin'in ona kapılmasının yalnızca ufak bir kanıtıydı bu. Küçüklük yaşlarından beri öğrendiği tüm doğrular Taehyung ile yok olmuştu. Her sabah kapısını açtığında gördüğü kapı ona bağlamıştı belki de kendisini. Ya da tarlada sulama yaparken çilekleri ile sohbet eden Taehyung'u görmek...
Tüm bedeniyle ruhuyla işin özü her şeyiyle bu genç adam diğerine fena tutulmuştu. İşin kötü kısmı ise bu ülkede iki erkek birbirini sevemezdi.
Aksi takdirde bedeni kasaba ortasındaki meydanda çarmıha gerilirdi ve kasları yırtılana, ölene kadar insanlar ona eline geçeni fırlatırdı. Bu durumda Seokjin hafif buruk bir şekilde kendi kendine "Neyse ki çarmıha gerilecek tek kişi ben olurum," demekle yetiniyordu. Taehyung'un bu durumdan hiç haberi olmamıştı.
1700'lü yılların ortasına yelkenler atılmıştı. Agora Krallığı asırlardır süregelen yönetim şeklini devam ettiriyordu. Bu topraklarda yaşayan herkesin bildiği birkaç kural vardı. Bilmeyenler ise çoktan cesetleri gömülmüş durumdaydı.
Büyü, bu toprakların ezeli düşmanıydı. Cadılar, şifacılar ve sihirli yaratıklar ne pahasına olursa olsun diri diri yakılırdı. Faydalı olsun ya da olmasın üzerinizde büyü için kullanılabilecek bir ot bulunuyorsa Engizisyon Mahkemesinde soluğunuzu alır ve pek de işe yaramayan soruşturmadan sonra yakılırdınız.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
strawberries & melons
أدب الهواةtaejin jikook taehyung'un çilekleri, seokjin'in kavunlarıyla...