"Ah popom! Salak! Aptal! Ne mal insansın lan sen? Hayır yani ne geçti şimdi eline? Ya sabır bir de gülüyor."
Yerle bir olduğum şu anda -resmen yerle bir olduğum- elimle bir yandan ağrıyan kalçamı ovuşturuyor, bir yandan da karşımda duran karaktersize bağırıyordum.
"Eğlence."
"Ya, sizi eğlendirebildiysek ne mutlu bize."
"Yalnız sen düşerken şunu fark ettim, çok güzel kıvırtıyorsun. Dansözlükte iyi para var bilir misin? Yanlış anlama sırf sana yardımcı olmak için söylüyorum." Düştüğümden -daha doğrusu düşürüldüğümden- beri yaptığı gibi bir kahkaha daha attığında dişlerimi sıkarak sağ ayağımla ayağına tekme attım. Attığım tekma onda hiçbir etki yaratmazken benim ayak bileğimden saplanan ağrı yüzümü ekşitmeme neden oldu.
"Dua et ben seni kıvırtmıyorum. Yoksa o ayağını alı-"
"Bir sorun mu var efendim? Bağırtı sesi duyduk da." Açılan kabin kapısından meraklı gözlerle bize bakan görevli kadınla yuttuğum kelimelerim Kıvırcık için yeni bir kahkaha konusu olurken o, kadına bakmak yerine bana bakarak sözlerime devam etmem için kafasını salladı. Saçları da başıyla birlikte dans ederken onların, göründüğünden daha yumuşak olduklarından emin olmuştum.
"Ee, ayağımı alır?.."
"Hiç, hiçbir sorun yok." Yerde oturduğumu gören görevli kadın beni kaldırıp kaldırmama konusunda kararsız kalmış gibi dururken Kıvırcık, oturduğu yerden önüme uzattığı ayaklarını kaldırıp indirirken bana alayla bakarken göz kırpmıştı.
"Gidebilirsin. Ha, olur da dansöze falan ihtiyaç duyulursa çağırabilirsin. Kendisi çok yetenekli de."
"Çok komik." Kadın, anlamadığı konuyu fazla deşmemeye karar vererek kabinin kapısını kapatırken ellerimle önümde salladığı bacaklarından serçte tutunarak kendimi ayağa kaldırdım. Kalkarken de, resmen olmayan tırnaklarımı pantolonunun altındaki tenine geçirmeye çalışmayı da ihmal etmemiştim.
Kabin içerisinde volta atarken bilerek uzattığı ayağına takıldığımda, düşmemek için sarf ettiğim çaba sonucunda ortaya çıkan görüntüden bahsediyordu, dansözlük derken.
Çok komikti(!)
Hareket eden bir trenin içerisindeyken de birini düşürmek aptal cesaretinden başka bir şey değildi.
Ve o, bunu bile düşünemeyecek kadar aptal olmalıydı.
Ama doğru ya, aptal cesareti olan bir insanın bir şeyi düşünmesine gerek olmazdı, direk aptal olurdu.
Ne diyorum lan ben? Popomun ağrısı başıma vurmuş olmalıydı.
"Çok mu örselendin ya düşerken? Olmayan beynini kaybetmiş gibi bakıyorsun." Farkında olmadan kapıya dalan gözlerimi kırpıştırarak kafamı iki yana, kendime gelmem için hızla salladım. Kıstığım gözlerimi sakinca ona çevirirken üzerimdeki tişörtün arka kısmından gelen havayı hissetmiştim.
"Bana bir tişört borçlusun." Bana anlamayarak baktığında yüzündeki eğlenen ifade yerini koruyordu. Ben ise, iki yana kıvrılmak için kaslarımla savaşan dudaklarımı delik deşik etmekle meşguldüm.
"Nedenmiş o?"
Yavaşça arkamı döndüğüm an kulaklarıma dolan en şiddetli kahkahayla benim de artık tutamadığım kahkaham serbest kalmıştı.
"Camın altında çivi mi varmış ya! Dua et yara falan göremiyorum, yırtılan tişörtünün altından gözüken teninde. Bu arada, güneşte çok kalma be, normal tenin yüzünden çok daha beyaz." Hâlâ etkisi geçmeyen kahkahamın geride bıraktığı kıkırdama ile koltuğa yaslanarak oturduğumda onun, üzerindeki tişörtü çıkarttığını fark ettim.
"Al, idare et." Devirdiğim gözlerimle bana fırlattığı tişörtünü yüzümden çekerek tekrar ona fırlattım.
"Senin ter kokan tişörtüne kalmadım."
Onun da yüzüne gelen tişörtün yarısı, çıplak kalmış bedeninin birazını da örterken derin bir nefes aldığını hissettim. O değil de, onun teni benimkinden de beyazdı ve, kıskanmıştım.
"Ter kokmuyor be, parfüm kokuyor."
"Ne fark eder? Parfümün berbat kokuyor."
"İnandırıcı değilsin. Parfümümün ne olduğunu merak ediyorsan, hani sevgiline falan almak için, bilindik bir bakım mağazasından aldım. Gider, arar bulursun. Ne de olsa ne kadar tester ürün varsa kullanan tiplere benziyorsun. Seni yormayacaktır." Tekrardan üzerine geçirdiği tişörtünü bir kez daha kokladığında yüzümü yalandan buruşturmuştum ancak kıkırdamam durmak bilmiyor gibiydi.
O değil de, yüzüme gelen tişörtünde parfüm olmadığından emin olduğum ve parfümünden daha fazla hoşuma giden bir koku vardı. O tişörtü tekrar isteyerek ve aldığımda koku bitene kadar burnumdan çekmek istemeyeceğim bir kokuydu bu.
~~~
"Borcum vardı." Kıkırdayarak bacaklarımın üzerindeki defterin üzerine bıraktığı poşetle şaşkınca yüzüne baktım. Bu iki kelimeden önce söylediği cümle, şaşırtmıştı beni. Kelebeklerle ilgili kurduğu cümle...
"Ne işin var lan senin burada?" Şaşkınlığım birden dağıldığında çatık kaşlarla yüzüne baktım. O ise birbirine bastırdığı dudaklarıyla omzunu kaldırıp indirdi.
"Okuyorum."
"Hadi canım!"
"Ben okumak için geliyorum da sen, arkadaşınla erkek kesmek için gelmiş gibisin." Yüzündeki eğlenen ifade henüz geçmemişken benim yüzümde, onun aksine eğlendiğimi gösteren hiçbir mimik yoktu.
"Ne saçmalıyorsun?"
"İsmini bildiğinizi düşündüğüm Furkan'a nasıl baktığınızı gördüm de. Allah var, yakışıklı çocuk." Gözlerimi devirdiğimde bakışlarım, henüz aklıma gelen poşete kaymıştı.
"Çok komik olduğunu söylemiş miydim?"
"O trende, yolculuk boyunca hemen hemen her konuşmamızda..."
"Bu ne?"
"Tişörtünü yırttığım için beni affetmen adına sana aldığım ufak bir hediye." Kaşlarım, hayretle havaya kalktığında, içinde hiç de ufak bir şey varmış gibi durmayan poşeti açmak için yeltendim.
"Bak sen. Ne yalan söyleyeyim, böyle bir şey yapacağın kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Yüzümde oluşan tebessüm, açtığım poşetle donuklaşırken yanımdaki koltuktan yavaşça kalkan Kıvırcık'a izin vermeyerek hızla bileğinden tuttum. Yüzüne bakarak yüzümü ekşittim. Bu çocuk, nasıl olur da yüzündeki o eğlenen ifadeyi hiç yok etmezdi?
"Çok komiksin. Gerçekten." İçinde dansöz kıyafeti bulunan poşeti yüzüne fırlatarak ayağa kalktım ve çantama koyduğum defterimle yürümeye başladım.
"Hey, seni böyle yapacağını düşünmemiştim. Zoruna falan mı gitti?" Eğlenerek söylediği cümle ile tekrardan ona döndüğümde işaret parmağımı, tehditkar bir şekilde ona doğru salladım.
"Tek bir şey söyleyeceğim. Sana yemin olsun ki, onu sana giydireceğim!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
Ficção Adolescente🦋 Sayılar ön yargınız olmasın. Durmadan yazar, zihninde biriken onca kargaşayı gözü gibi koruduğu defterine aktarırdı. Yazmak rahatlatıyordu çünkü onu ve o, bu yüzden çok istiyordu verilen görevi, bu yüzden savaştı kazanabilmek için. Üniversite...