Tüm bedenime etki edecek bir soğuk hava dalgası tenimden içeriye sızarken sıcaktan terleyecek duruma gelmeme engel olamıyordu. Ellerim, tekrardan titremeye başladığında kendimi bir adım geriye çekerek, kıvırcık saçlarının birkaç tutamının ardında gizlenmiş koyu kahve gözlerine bakmaya çalıştım.
"Ege." Titreyen sesimi gizlemek adına birkaç kez öksürsem de fayda etmediğini biliyordum.
"Ne işin var senin burada? Nereden biliyorsun burayı?"
"Ege, dışarıda konuşalım mı?"
"Ne işin var burada?" Biraz daha fazla sıktığı dişlerinin arasından sesi, beni her an parçalayacak bir kaplan edasıyla çıkıyordu.
Ve şu anda etrafımızdaki herkes bize bakıyordu.
"Ege, lütfen dışarıy-"
"Peki." Kolumdan tutulduğum gibi sürüklenmeye başladığımda sesimi keserek kaderime razı oldum. Ne diyecektim şimdi ben? Ne yapacaktım? Ne söylersem onu inandırabilirdim ki? Üstelik Nazlı denen o kızla konuştuklarımızın ne kadarını duymuştu?
Asansörü kullanmak yerine merdivenlerden hızlı adımlarla inmeye başladık. Ve benim keşfettiğim bir şey daha vardı. Ege sinirlendiği zaman, gözü hiçbir şeyi görmüyor olmalıydı.
"Ya sakin olur musun biraz." Güçsüz çıkan sesimi duyduğundan bile emin olmazken şirket binasından çıkarak arka taraflara doğru yöneldik.
"Dışarı çıktık. Seni dinliyorum, anlat." Yutkunarak etrafıma bakındım. Şirket binasının çok arkalarında, insanların bile olmadığı ağaçlık bir yere gelmiştik.
"Ne, neyi anlatayım?" Yüzüne yapmacık, sahte bir gülümseme koyarak başını hafifce eğdi.
"Benimle oynama istersen. Tamam, ilk ben sorayım, sonra anlat. Gazetecilikte hangi işi istiyorsun?" Terleyen avuç içlerini pantolonuma silerek bir kez daha yutkundum.
"Ben, savaş alanlarına giderek oralarda haber yapmayı istiyorum aslında. Hem çok heyecanlı olurdu."
"Burada ne işin var? Beni takip ettin. Beni takip ettin, değil mi? Neden?" İlk 'Beni takip ettin' cümlesini kendi kendine söylemiş, içinde onayladığında da bana sormuştu.
Derin bir nefesi ciğerlerime armağan ederken beynim yalanlar için efor harcıyor, bu da başımı döndürüyordu.
"Evet, ettim. Takip ettim seni. Nedenini söyleyeceğim ancak kızmayacaksın. Yanlış anlamanı da istemiyorum. Tamam mı?"
"Pazarlık yapacak durumda değilsin." Gözlerindeki öfke dinmemişken şu son dakikalarda durmadan yaptığım gibi yutkundum bir kez daha.
"Buse ile benim sevindiğimiz bağışa sevinmedin. Sonra sinirli bir şekilde çıktın sinema salonundan. Neler olduğunu merak ettim. Neye sinirlendiğini, neyi halletmekten bahsettiğini... Ya seni neyin bu kadar öfkelendirdiğini merak ettim."
"Peki, sana ne bundan?" Hâlâ dişlerinin arasından konuşuyor, zaten gergin olan kaslarımı kopacak duruma getiriyordu.
"Ege, farkında mısın bilmiyorum ama bu bağışı hepimiz topluyoruz. Tabii ki beni de ilgilendirir. Hem sonra bana mesaj geldi, bağışlardan yüklü bir miktar çekildiğine dair. Ve o miktar yapılan bağış kadardı. Topladığımız bağışı neden çektiğini merak ettim. Bundan mı bana ne?"
"Sana ne derken o yüklü miktarı neden çektiğimi merak etmenden bahsetmiyorum. Son söylediğin sözden bahsediyorum." Zaten çatılı olan kaşlarım, son söylediğim sözün ne olduğunu analiz edip bulmaya çalışırken Kıvırcık, bir adım yaklaştı bana.
"Seni neyin bu kadar öfkelendirdiğini merak ettim, dedin. Hatırlayamadıysan söyleyeyim. Neden? Sana ne benim neye öfkelendiğimden?" Onun, bana doğru attığı adımla birlikte ben de bir adım gerilediğimde içimde, başımı kuma gömme isteği oluşmuştu.
"Ya, bir nedeni mi olmalı? Meraklı bir insanım ben."
"Beni hayal kırıklığına uğratma, Kelebek. Neden?" Bir adım daha bana yaklaştığında aynı şekilde tekrar geriledim.
"Güvendiğim, ya da güvenmek istediğim kişilerin benden bir şeyler saklamasını istemiyorum. Bunu Buse de yapmış olsaydı takip ederdim, Furkan da yapmış olsa." Bir adım daha aynı şekilde yer değiştirdiğimizde sırtımın, bir şeye değdiğini hissettim. Pürüzlü bir yüzeyi olan bu şey bir ağaç gövdesi olmalıydı.
"Ya, yaklaşmasana daha fazla." Beni dinlemeyerek daha fazla yaklaştığında ayakkabılarımızın uçlarının birbirine değdiğini hissettim. Gözlerine baktığımda ise biraz önceki öfkenin olmadığını görmüştüm.
"Lan, deli etme beni! Seni sevdiğim için takip ettiğimi falan düşünüyorsan saçmalama derim. Hem-"
"Yo, ben öyle bir şey düşünmemiştim bile." Alt dudağını ısırması işe yaramamış, yüzünde geniş bir sırıtış ifadesi oluşmuştu.
"Ama maden öyle," Artık daha fazla yaklaşacağı alan kalmadığında başını hafifce bana doğru uzattı. Ben ise sırtımla ağacı kırmaya uğraşırken bir yandan da ellerimle onu engellemeye çalışıyordum.
"Bana aşık mısın yoksa?" Biraz daha yaklaştığında yüzlerimizin arasındaki mesafe yok denecek kadar azdı ki nefesini yüzümde hissedebiliyordum.
"Ya, s... saçmalama! Senin gibi egoistin, becilin neyini seveyim ki ben? Hem, seni sevene kadar Alp'i severim. Onun gamzesi var ve bence çok yakışıklı çocuk. Hem senden de uzun boyu var, kaldırır yani beni. Böyle saçma sapan yönelimlerde bulunup durma! Lan uzaklaşsana terliyorum. Bak teklemerim, yumruklarım seni." Hafif bir kahkahayla uzaklaştığında sanki boğazımı sıkan biri ellerini çekmiş gibi derin derin nefesler alarak elimi boğazıma götürdüm.
"Heyecanlandığın zaman çok hızlı konuşuyormuşsun bunu anladım."
"Hee! Heyecandan değil o canım, stresten. Gerim gerim gerdin her yerimi, botoks yaptırmama gerek kalmadı sayende."
"İyi, arada bir uğrarım dibine, birkaç seanstan sonra ömrün boyunca genç kalır yüzün."
"Ha ha ha ya... Ne kadar da komik. Sonra da akıl sağlığını yitirmiş biri olarak dolaşırım ortalıklarda." Kıvırcık, bir kez daha kıkırdadığında peşine takıldım. Son cümleyi duymamıştı ama, kendi kendime fısıldamıştım.
"Seni denemek için, biraz da... Yok yok biraz değil bildiğin eğlenmek için yapmıştım zaten. Bu arada Alp dediğin çocuğun gamzesi olmasına rağmen benim gibi Rio'ya benzemiyor. Tokyo sen isen tadı mı çıkar o çocukla?" Yanında yürürken olduğum yerde durarak yüzüne baktım.
"İzledin değil mi diziyi? En son isimlerine Kıvırcık saçlı çocuk ile Küt Saçlı kız diyordun."
"Ee öyle bir anlatıyordun ki anlatılması yetmedi, izlemem gerekliydi." Kıkırdayarak tekrardan yürümeye başladığımda o da takip etti beni.
"Bir de Alp'i bayağı övdün. Bu kadar düştüysen çocuğa engel olmasaydım alsaydı keşke numaranı. Hatta istersen aranızı yaparım sizin."
"Ben kendim de tavlayabilirim canım."
"Tavlar mısın? Bence o çocuk sırf grup için konuşmuştu seninle. Herkes ben değil ki..."
"Ne yani? Tavlayamaz mıyım?" Ege, omzunu silktiğinde ağzından, dilini dudağına vurarak bir 'cık' sesi çıkardı.
"Görürsün lan. Tavlayıp getireceğim karşına."
"Yumruk at bayılır zaten. Artık sana mı, yoksa yere mi bilmem." Gözlerimi devirerek sahte bir gülüş sesi çıkarttım.
"Bu arada bir daha hakkımda merak ettiğin bir şey olursa direk bana sor. Arkamdan iş çevirme. Ya da en azından ben arkamdan iş çevirdiğini düşünmeyeyim."
"Bana sor diyorsun."
"Diyorum."
"Madem öyle bu akşam Buse'yi de alıyorum ve size geliyoruz. Biraz oyundan kimseye zarar gelmez, değil mi? Üstelik şimdiden hazır ol yanımda çok muhteşem bir şey de getireceğim. Onu getirdiğime çok mutlu olacağına eminim."
~~~
Seviliyorsunuz 🍫
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KELEBEK
Ficção Adolescente🦋 Sayılar ön yargınız olmasın. Durmadan yazar, zihninde biriken onca kargaşayı gözü gibi koruduğu defterine aktarırdı. Yazmak rahatlatıyordu çünkü onu ve o, bu yüzden çok istiyordu verilen görevi, bu yüzden savaştı kazanabilmek için. Üniversite...