零柒

4.5K 629 55
                                    

零柒
07

Beyni, çok fazla düşünmekten çalışmayı bırakıp çökecek gibiydi. Dönüp duruyordu. Sakinleşmesi imkansız gibiydi. Belki de anın heyecanı bir türlü terk edemiyordu bedenini.

Jimin'in odasından çıkıp uçtuktan sonraki üç saat, gökyüzünde kendini oradan oraya savurarak geçti. Sonraki iki saat kaybolduğu çimliğe yığıldı ve yıldızları seyretti. Aşağı bir tane düşmesini diledi, böylece şeytanileşmeye başlayan düşüncelerini işleve koyabilecek en masumane yöntemi bulmuş olurdu. Yıldız kaymadı. Üstünden bir gün geçtiğindeyse, şimdi olduğu durumdaydı, düşünüp durmaktan zihni ağrıyordu.

Böyle gitmeyeceğini bilmeliydi. Kendini çabucak kaybetmeye meyilli birine dönüşmüşken, asla yetinemeyeceğini, çok daha fazlasını isteyeceğini her daim bilmeliydi. Ruhunun ne derece obur olabileceğini tahmin etmeliydi. Gözü dönebilirdi, istediğini almaya ne kadar uzak olduğunu kavradığı her bir saniye, doğru olarak diretilen yoldan ışık hızıyla uzaklaşabileceğini öngörmeliydi. Ne pahasına olursa olsun, peri çocuğu isteyecekti.

Kimisi belli bir zamana yayardı hislerini, belki de en kalıcı olanları ve derin bir kök salanları böyle oluşurdu. Yanında usul usul nefes alıp verirken, ona karışan ruhunu çok geç fark ederdin mesela ve artık kendini korumak için elinde hiç zaman kalmamış olurdu. Bile isteye yanmayı göze alırdın, milyonlarca filozofun tanımladığı aşk senin dilinde yeni anlamlar bulur gibi hissederdin. Ne kadar çok zaman geçerse, yıllar ne kadar katlanırsa o kadar alışırdın. Çünkü alışmak zaman isteyen bir şeydi.

Ama Jungkook için böyle olmamıştı. Tek bir saniyeydi. Göz bebekleri zaman diliminin en küçük parçasında başka bir noktaya çevriliyken, sonrasında onun üstündeydi ve olabilecek en kısa sürede, bir kum tanesi kadar küçük bir anda... Bozguna uğramıştı. Bir çırpıda. İlk gördüşte, ilk hissedişte, ilk duyuşta. Sonrası yoktu. Sahi, ya melek olmalıydı o çocuk, ya da melek kılığına bürünmüş bir muhteşem bir yaratık, dünya üzerinde başka bir tanımı olmayan. Çünkü yalnızca uykusundayken, öylece uzanıyorken birinin bileklerine en sağlam zincirleri geçirebilen biri, yanızca bir insan olamazdı. Yaptığı şeyden, mahvettiği ruhtan haberi var mıydı acaba? Ya kendisini okşayan irislerden? Tek bir şey dahi kalmamıştı Jungkook'tan geriye.

Ve kaybedecek bir şeyi de yoktu. Henüz ona sahip değildi.

Bu düşüncenin minik bir kısmı dahi çıldırmalara yol açabilecek nitelikteydi. En hızlısıydı ama, en güçlüsüydü. Bu his, her ne ise, aşk demezdi ya neyse... Büyü olabilir miydi? Kendini bilmez bir büyücüyle karşılaşmış olabilir miydi hiç habersiz?

Düşündükçe vardığı şeyler bunlardı, her biri birer saçmalıktan ibaretti. Sinirlenmeye başlayabilirdi. Haddi olmayan işlere karışabilir, parmağını karıştırmaması gereken şeylere karıştırabilirdi ve olmaması gereken yerlerde olabilirdi. Bir parça dahi umurunda olmaz, açacağı sorunları önemsemezdi. İstediği tek bir şey kalıyordu ve yapmaması gereken şeyleri o kadar iyi biliyordu ki, bu onu en başa sürüklüyordu; kendini olmadık yerlerde uçarken bulup öfkesini emmeye çalışıyordu.

Ona dokunması imkansızdı. Ona hissettirmesi imkansızdı. Onun hayatına dahil olması, tamamen imkansızdı. Ay değil de güneş varken nasıl göründüğünü tecrübe etmesi imkansızdı. Kiminle ne yaptığını, sesinin nasıl olduğunu bilmesi imkansızdı.

Olduğu şeyde nefret etti ve neredeyse bu sayede onunla karşılaşabildiğini unuttu.

Ama o gece, imkansız olan sayısız şeyden birine sahip olabileceğini bilseydi eğer, Jungkook asla vakit kaybetmez ve kendini bir hiçe sayabilecek kararlar alırdı. Neyse ki her şeyin bir sırası vardı, ve Jimin hiç farkında olmadan onu uyuşturma görevini layığıyla yerine getiriyordu. Çünkü gece henüz ilerlemememiş olsa dahi kendini onun penceresinin önünde bulmuştu.

 UKIYO 網 ʲⁱᵏᵒᵒᵏHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin