零伍
05
Her gece inatla baltalanan umudunu bu sefer hiçbir şey yeşertemezdi. Yine de, lacivert gökyüzünde süzüldü ve açık bir pencere aradı.Kimsenin penceresi açık falan değildi. Ve o Noel baba da değildi, bacadan giremezdi (bunların hiçbirine ihtiyacı olmadığını inatla reddettiği bir gecedeydi). Omuzları düşük, solgun solgun gezinirken, gözüne günler boyu gördüğünden farklı olarak solmaya yüz tutmuş değil de, capcanlı, dipdiri, rengarenk ve neredeyse huzur dolu papatyalar ilişti. Lacivert bir saksının içindeydiler.
Cam açık değildi, ama kilidi dönmemişti de. Jungkook içeriyi görmeye çalıştı, biraz ileride, yatağın üstünde küçük bir beden seçtiğinde, ne olursa olsun oraya girmeyi aklına koydu. İyice yaklaştı ve ilk önce papatyaları inceledi, hepsinin yedi değil, ondan fazla yaprağı vardı. Narince üfleyiverdi ama fazla oyalanmadı, daha önemli işleri vardı.
Pencerenin tokmağına dikkatle baktı, evet, yukarıda değildi. Bu demek oluyordu ki, cam biraz oynasa açılacak, ve böylece içeri süzülecekti. Parmak eklemlerini çıtırdattı. Bu pek kolay olmayacak gibiydi...
Jungkook zaman zaman nesnelere temas edebilse dahi, insanlara dokunduğunda onlar bunu hissedemiyordu, dolayısıyla onlara dokunamıyordu. Aslında, nesnelere de dokunamıyordu, çünkü onların algıları yoktu. Yalnızca bazen, nadiren... Elini hızla tokmağa attı; içinden geçti. Bir kere daha denedi. Bir kere ve bir kere daha. Eli her seferinde odanın içine, pencerenin arkasına dalıyordu ki bu, ona bununla uğraşmasına gerek olmadığını gösteren en büyük etkendi. Öylece camın içinden geçebilirdi.
Ama bunu yapmayacaktı. Birincisi, kurallara aykırıydı. Kendi kurallarına. İkincisi, dün gece bunu zaten yapmıştı ve başına neler geldiğini de görmüştü. Davet edilmediği pencerelerden içeri giremezdi, duvarlar her ne kadar resimlerle kaplı olsa da.
Belki de ellinci denemesinde, pervaz birazcık, birkaç milimetre, sanki rüzgar hareket ettirmişçesine oynadı. Küçük bir gıcırtı da beraberinde gelmişti, kocaman sırıttı. Neredeyse sevinç dansı yapacaktı. Tamam, bu kadar küçük bir aralık (oradan tek parmağının geçmesi dahi mümkün değildi) onu içeri daver ediyor muydu bilmiyordu ama sonuçta yapmıştı. O yapmıştı. Pencere açıktı! Bu demek oluyordu ki, gayet de davetliydi.
Herkes bilirdi ki, uyurken pencereyi açık bırakanlar gece yaratıklarını odalarına misafir ederlerdi.
Ve pencere de açıktı. Sanki biri onu koluyla içeri davet eder gibi işaret yapıyormuşçasına, bunu kibarlıkla kabul ederek başı dik, dudakları koca gülümsemeyle aralanmışken, içeri girdi.
Jungkook genelde bir odaya girdiğinde ilk önce birkaç fikir sahibi olmak için içeriyi incelerdi, böylesi daha eğlenceliydi. Ama bunu yapmaya fırsat bulamadan, tökezledi.
Az önce cam pencereyi hareket ettirmek için onca uğraş verirken şimdi ayağı küçük bir kitap yığınına takılmıştı, başka zaman olsa buna içerlenir, hatta sinirlenirdi. Ama şimdi, dikkatini çok daha başka... bir şey çekiyordu.
Panikledi.
Öyle ki, ne yapması gerektiğini bilemedi. Çünkü düşündüğü ilk şey haylaz bir yıldız cininin kaçıp bir insana sığındığı, ona yapıştığı hatta yerine geçtiği olmuştu. Gerçi yıldız cinleri hakkında bildiği şeyler sınırlıydı, ilki oldukça göz kamaştırıcı olduklarıydı ve bu da çocuğu yıldız cini sanmasındaki en büyük etkendi. Tenleri parıldar, ışık saçarlardı. İkincisiyse, oldukça haylaz, üç kağıtçı, yalancı ve kurallara uymayan yaratıklar olduklarıydı. Bu yüzden aklına ilk gelen şeyi gerçek sandığında panik yaptı, hemen birilerine haber vermesi gerektiğini düşündü, yıldız cinini bir an önce yakalamaları gerekiyordu, o uyanıp kaşla göz arasında kaçmadan önce. Ya da Jungkook'u bayıltmadan. Çok... illet şeylerdi.
Ancak yatağın üstündeki şey bir yıldız cini falan değildi. Teni parlamıyordu. Tabii yeterince dikkatli bakmadığında, ki dikkatli baktığında (Jungkook son on dakikadır bunu yapıyordu) beyaz tenin sahiden parladığına dair halisünasyonlar görmeye başlıyordu.
Birkaç adım daha attı.
Gördüğü şey lacivertin en güzel tonuydu. Daha nasıl bir... tanım kullanabilirdi, bilmiyordu. Hiç içindeki hayranlığı kelimelere dökmek isteyecek kadar yoğun şeyler tatmamıştı.
Bu bir insandı. İnsan mıydı?
Periyi andırıyordu.
Jungkook hiç peri görmemişti, dolayısıyla bu ihtimal belki doğru olabilirdi.
Yumuşacık görünen parlak, karamel renginden sarıya çalan saçlara baktı. Ardından yastığa dayanmış yanaklara. Jungkook o an bir yastık olmak istedi ve bunu istediğine inanamadı. Çocuğun yanağını dayadığı yastık olmak istiyordu.
Başını iki yana salladı ve kontrol etmek ister gibi avucuna baktı, hayır, bir rüyada değildi. Gördüğü şey gerçekti.
İnip kalkan omuzların kokusunu duyabiliyordu. Kiraz ve... vanilya kokusu. Bir önceki gece, yanına iliştiği kızın vanilyasıyla alakası yoktu. Çok daha... başkaydı. Bambaşka.
Pijamasının açılan yakasından görünen omzuna, elmacık kemiklerine baktığında iç geçirdi. Süt gibi beyaz tene dokunmayı dileyen parmakları karıncalandı. Onu izleyen birileri varsa (belki bir tanrı) haline gülüyor olmalıydı, bu, imkansızdı çünkü.
Kirpikleri, birer perde gibi inerken elmacık kemiklerinin üstüne, nutku tutuldu. Ve... dudakları. Kirazın kokusu onlardan geliyor olabilir miydi? Jungkook neredeyse emin olacaktı.
Üstündeki battaniye hafif kaymış, dağınık yatışıyla çarşafları kırış kırış etmişti. Buna rağmen Jungkook'un gözlerinin gördüğü en ama en güzel şeydi.
Belki bir insan peri. Belki bir mucize, güneşin parçası yeryüzüne düşerken onlardan nasibini en zarasız şekilde alan küçük insanoğlu. Belki bir... melek çocuğu. Ya da her neyse. Ne olursa. Bir insanın sahip olamayacağı kadar eşsiz. Yumuşak. Mükemmel. Jungkook güneş doğana kadar bildiği tüm güzel kelimeleri sayabilirdi. Ki bir bakıma, tam olarak bunu yapıyordu.
İlk defa girdiği odada, bir rüyanın içine ilişme gereği hissetmedi.
Çocuğun rüyasından korkmuyor değildi, sonuçta ne insanlar görmüştü, öylesine tasasız uyuyan ama içeride binbir türlü acı barındıran. Jungkook şimdi bunu istemiyordu. Çünkü çocuğun yüzü, küçük bedeni, ona gecelerdir aradığı hatta hasret kaldığı huzuru sunmuştu.
Yatakta kendi için yer yoktu, çocuk öylesine dağınık yatıyordu ki kolları bir yana, kısa bacakları bir yanaydı. Altın bukleleri ise yastığın tamamındaydı. Jungkook bir anlığına, yalnızca ufak, küçücük, minik bir saniyeliğine onun üstüne yatmayı düşündü. Nasıl olsa hissetmezdi, ama anına yanakları kızardı ve bu düşünceyi bir çırpıda şutladı.
Yer yüzüne düşmüş bir peri olabileceğini düşündü, kendi kendine hayaller kurdu. Kalbi öylesine bir hızla atıyordu ki, az ötesinde yatan çocuğun dingin uykusuna karşın... Eli ayağı birbirine dolaştı. Bu ilk defa oluyordu.
Yalnızca durdu ve ipek çarşafların arasında, parıldayan ay ışığının tamamını tenine hapseden küçük çocuğu izledi. Minik ellerini yanağının altına sıkıştırışına gülümsedi, her bir hareketinde sanki çok büyüklermişçesine kalbi tekledi, kirpiklerini her bir kırpıştırışında ayaklandı ve olur olmaz panik yaptı. Sonra sakinleşti ve izlemeye devam etti. Hatta dayanamadı ve burnunu çocuğun suratına yaklaştırdı, gecenin birinde bir yabancıyı uyurken dikizlemek belki pek kibar bir davranış değildi ama Jungkook bu endişeyi günler, hatta yıllar öncesine bırakmıştı zaten, şimdi mi endişelenecekti? Saçlarını kokladı, tenine dokunamayacağını bile bile dudaklarını kulağının tam altındaki bölgeye yanaştırdı. Teninin sıcaklığını hissetse dahi çocuk usul usul uyumaya devam etti. Büzüşen dudaklarının arasından çıkan her bir nefesi içine çekti.
Güneşin ışıklarını görmese, oradan ayrılamayacaktı.
İlk defa huzurlu, ilk defa mutluydu.
Şehir henüz düşmemişti. İnsanlar henüz bitmemişti.
Ve Jeon Jungkook bir insanı peri sanmıştı.
Dahası kalbini yastığının altına saklayıvermişti.
ヅ
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UKIYO 網 ʲⁱᵏᵒᵒᵏ
Fanfic/tamamlandı/ Jeon Jungkook, bir hayalciydi. Gece saat dördü on geçe, insanların yatağına sızar, arkalarında uzanır; saçlarını koklar ve gitmeden önce kulaklarının tam altına ıslak bir öpücük kondururdu. Her gece binlerce yatağa, düşe ve hayale mis...