Lütfen benim özenle yazdığım satırlara dalgaya alarak ya da alakasızca sallayarak yorum yapmayın. Rica ediyorum. Eğer hâlâ Ukiyo için benzer şeyler hissediyorsanız bu hikaye belki de size göre değildir, sadece devam etmemenizi öneriyorum. Böyle kısacık bir açıklama ile belki de kabaca göründü ama finalden sonraki bir yazıda kendimi daha iyi ifade etmeye çalışacağım. Beklediğiniz için teşekkür ederim, uzun sürdüğünü biliyorum. İyi okumalar. ♡Ayrıca araya bir şarkı bıraktım ve medyaya da koydum, ister şimdi açın ister o sahnede ya da bittikten sonra ama mutlaka dinleyin çünkü bu hikayenin özel şarkısı ♡
貳叁
23
Gökyüzünü en çok gözlerini okşayan yumuşak renklerdeyken seviyordu.Şimdi de tatlı mı tatlı bir pembeye bürünmüştü bulutlar. Turuncu güneş çok uzaklardan gözlerini alıyordu. Her yer bir peri masalının içindeymiş gibi hissettirircesine, gökyüzünün yansıttığı ışıkların rengini almıştı. Nehir ne güzeldi. Böğürtlenler ne kadar da parlak görünüyordu. Üzüm salkımları kıvır kıvırdı, çalıların arasında bir görünüp bir kaybolan sincaplar ne de tatlıydı.
Ve tuttuğu el, ne de güzel kavramıştı kendi parmaklarını.
Yavaşça ona doğru döndü. Kiraz dudaklarında sevimli bir gülümseme kol geziyordu. Gözleri kısılırcasına tebessüm etti. "Çok mutluyum," dedi ince sesiyle. "Çok mutluyum Jungkook..."
Esmer teni batmakta olan güneşin altında, altın gibi parlayan diğer çocuk da gülümsedi kocaman ve kendi boyundan birkaç santim daha kısa olan diğerine doğru yanaştı. Elini bırakmadan sırtından sarılmış, çenesini boynuna koymuştu usulca. Tutuşu çok güzeldi. "Ben de öyleyim," Dudaklarını belli belirsiz ince tene sürttü ve derince iç çekti. "Çok... Çok mutluyum."
Jimin, onu şimdiye kadar pek de mutlu etmeyen hayatında onlarca kitap okumuştu şimdiye kadar. Fantastik ve gerçekdışı olanlar favorisiydi. Ve birkaç gecedir hisseddiği, hissedip de sarsıldığı tüm o şeylerle, biri tıpkı o kitaplara benzeyen bir macera romanını önüne bırakmıştı da, onu okuyordu. Sayfalar fazlasıyla uzundu ve kapağı kapattığında neredeyse bir ansiklopedi kalınlığındaydı roman, oldukça uzundu ama öyle akıcıydı ki, on sayfa okuduğunda neredeyse bir sayfacık okumuş gibi hissediyor, nasıl gittiğini anlayamıyordu, sürükleyiciydi, kalbini hızla attırıyordu. Öyle ki aklı başından gidiveriyordu. Sahiden de bir öykünün içinde gibiydi.
Bir öykü... İçindeydi sahiden de. Öyle olmalıydı. İçindeydi ve şimdi çıkamıyordu.
Başını yavaşça Jungkook'a doğru döndürdü, dudaklarının buluşmasını sağlamıştı. Gözlerini yumdu ve kendini anın mükemmelliğine bıraktı. Kanı mayhoşça dolanmaya başlamıştı adeta damarlarında. Jungkook onu daha da sıkı tuttu. Sıcaklığı şahane hissettiriyordu. Dudaklarını araladığında, birbirlerine dokunur vaziyette öylece solumayı bıraktı ve onu dudaklarından içeri aldı.
Hayatında hiç öpüşmemişti. Bilmezdi de. Yine kitaplardan, filmlerden öğrenmişti hep. Merak ederdi birini öpme hissini... Bazen izlediği romantik film sahnesini yarıda bırakır, gözlerini kapardı, hiç tanımadığı birini gelecekte bulmayı umut ederek iç geçirirdi. Kimi beklediğini asla bilmiyordu... Ama çok isterdi tıpkı televizyonda gördüğü gibi sevilmeyi ve tutulmayı, okşanmayı, sarınmayı, dokunulmayı... Ne kadar da yalnızdı. Ne kadar yalnız ve ne kadar tek başınaydı. Kimsesi yoktu. Sahi, neden hep yalnızdı? Neden insanlar ona hep sırtını dönmüştü, neden bu kadar bir başınaydı?.. Neden kimse onu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UKIYO 網 ʲⁱᵏᵒᵒᵏ
Fanfiction/tamamlandı/ Jeon Jungkook, bir hayalciydi. Gece saat dördü on geçe, insanların yatağına sızar, arkalarında uzanır; saçlarını koklar ve gitmeden önce kulaklarının tam altına ıslak bir öpücük kondururdu. Her gece binlerce yatağa, düşe ve hayale mis...