壹叁
13
Yatağında doğruldu. İrisleri karanlığa alışmak için büyümüş, hızla inip kalkan göğsü alnında minik ter damlaları oluşturmaya başlamıştı.
Son günlerde tuhaf bir şeyler oluyordu. Daha doğrusu, son gecelerde. Jimin farkındaydı.
Beyni bir an için onu korumaya aldı ve az önce ne olduğunu idrak etmek konusunda güçle çalışmaya başladı. Hatırladığı bir şeyler vardı. Halbu ki bu imkansızdı, zira daha birkaç saniye önce uyanmıştı. Gördüğü bir düş müydü? Ya da kâbus?
Hatırlamak için kendini zorlarken, kalbi hızla çarpıyordu ama bu uyandıktan hemen sonra olmuştu. Bür rüya gördüğü kesindi ama, kâbus değildi. Henüz değildi, korku baş göstermeden önce... uyanmıştı. Ya da uyandırılmış.
Gözleri delirmek üzere olan birinin yaptığı gibi hızla odanın içini taramaya başladı. Kalbi güm güm atıyor, kulakları uğulduyordu, çünkü o his yine tam içindeydi. Derken nemli teni ürperdi, teri soğuyordu ve... rüzgar alnına çarpıyordu. Çünkü perdeleri dalga dalga odanın içinde hareketlenmişti.
Pencere açıktı.
Oysa uyumadan önce kapattığına yemin bile edebilirdi.
Korkulu fısıltılar kulaklarına ulaştığında, kendine dur dedi. Bunu o yapıyordu. Tuhaf fısıltılar gerçekte yoktu ve sırf korktuğu için duyduğunu sanıyordu. Farkına vardığında, müthiş bir sessizliğin içine gömüldü. Korkuyor muydu? Fazlasıyla. Belki de yeni uyandığı için ve düşünde gördüğü o güzelim yüz, ninniyi andıran ses yüzünden.
Ya da yalnız olmadığını bildiği için.
Çünkü kapattığından adı kadar emin olduğu açık pencereden dışarı süzülen bir gölge gördüğünde, korkusu içinde devleşip yer edinirken öylece bekledi.
Dakikalar birbirini kovaladığında, güneş doğmaya başladığında ve duvardaki saatin tik tokları çoğalıp ilerlediğinde dahi Jimin gözlerini dahi kırpmadan açık camlara bakıyordu. Giden gölgeyle beraber yalnız olmadığını hissettiren düşünce de uçmuştu.
Şehir ayaklanıp kapısı çalınana kadar tek başına olduğu gerçeğini yüzüne vurdu, saatler boyu kendiyle çelişti, hatta rüyasında gördüğü şeyin sadece ve sadece bir rüya olduğu hakkında asılsız yeminler etti. Ama öyle olmadığını biliyordu.
Çünkü Jimin gecelerdir ziyaret edildiğinin farkındaydı, hep biliyordu. Ama uyurken rüyasında sahip olduğu bir gerçekten fazlası olmamıştı. Gözlerini açtığı vakit, pijamalarını çıkarıp yatak odasını terk ettiği ve gece değil gündüzü doldurmaya başladığı an, unutuveriyordu. Çünkü böyleydi. Jimin rüyalarını hiç hatırlamazdı. O sadece... kâbusları bilirdi.
Oysa şimdi zaten bildiği ama üstü zorla kapatılmış bir gerçeğin su yüzüne çıkışı gibi, hatırlıyordu parça parça.
Onca gece.
Hayalci penceresinden süzülüp yatağının etrafında dolaştığı, görse asla anlamlandıramayacağı bakışları içeren gözleriyle kendisini seyrettiği her vakit... Gerçek zamanda, gerçek dünyadaydı, Jimin'in odasında, onun yatağında onunla birlikteydi.
Ve Jimin de onunlaydı.
Çünkü onca gece Jungkook yanıbaşındayken, o da rüyasındaydı.
İki farklı evrendi.
Biri gerçek hayatta ama gerçek olmayacak kadar hayali bir vasıfta, diğeri uykusunda ama rüyasında...
Onca gece, kendini izleyen bir çocuğu görmüştü Jimin düşünde. Kimi zaman Peter Pan kostümü giyiyordu çünkü... Çünkü bu bir rüyaydı, öyle olmalıydı ve bilinç altı anlamlandıramadığı bu kıvırcık saçlı çocuğa hafızasının derinliklerinden bulup çıkardığı Peter Pan kostümünü uygun görmüştü. Düşler ülkesinden uçup gelen bir... peri? Başka ne olabilirdi ki, göklerde dolaşan ve üstüne üstlük yüzünde böylesine... böylesine sıcak bir ifade barındıran? Karga ya da baykuş olmadığı kesindi.
Hayalcinin farkında olmadığını sandığı onca an, Jimin aslında eşlik ediyordu rüyasında ona. Ve o bile bunun farkında değildi çünkü uyanır uyanmaz kayıplara karışıyordu hafızasında rüyaları. Hatırlasa bile, gerçek olduğuna ihtimal vermeyeceği bir şeydi ya, kim inanırdı?
Ama o gece uyandığında değil de uyandırıldığında, hatırlamaması imkansızdı. Çünkü bu onun bilinçaltı değildi. Bu onun rüyası değildi. İpler onun elinde değildi. Kendiyle baş başa değildi. Kafasının içinde biri vardı. O yüzü görür görmez, o parlak gözleri, gerisini de hatırlaması işten bile olmamıştı. Uçurumdan itildiğinde takılıp düşüşünü yavaşlatan dal parçaları gibi belirmişlerdi teker teker.
İlk gece, o şaşkın bakışlar, hayran olmuş ifade. İkinci gece, o ılık nefes, saçlarına uzanan parmak uçları. Üçüncü gece, o acı dolu gülümseme, içini burkan burun çekişleri. Dördüncü gece, üstünden kayan battaniye, hayret dolu titreyiş, kaynarcasına bakan gözler. Ve diğer tüm o geceler, asla tatmadığı, adeta dokunurcasına bakan irisler... Ve yatağına yatan beden. Alnında hissettiği soğuk dudaklar.
O mistik koku.
Hepsini biliyordu. Hatırlamıştı.
"Bu bir rüya," Diyen sesi olmasaydı eğer, Jimin hayal dünyasına yeni eklenen bir yaratık daha düşlediğini sanırdı. Ama içini korkuyla, onu heyecanla titreten bir diğer şey; hissettiği o yabancılık hissiydi. "Bebeğim. Sakin ol."
Midesinde hissettiği yumru görmezden gelinecek gibi değildi. Aklını mı kaçırmıştı? Neydi... neydi bu? Hiç farkında olmadan ruhların geçiş kapısını falan mı aralamıştı? Sahiden delirmişti de, çocukken izlediği Peter Pan'ın onu ziyaret ettiğini falan mı sanıyordu?
Cevap istiyordu. Ama daha çok, o şey her neyse... O gözleri yeniden görmek istiyordu.
O gözleri yeniden üstünde görmek istiyordu. Kendi bedeninde.
Bu yüzden bir diğer gece hayalciyi bekledi.
♤
"Güneş batıp ay doğduğunda,
rüyalarda sevişeceğiz sevgilim."ヅ
anlayabilen var mı merak ediyorum ama kafanız karıştıysa eğer açıklamama izin verin; okuduğunuz tüm bölümlerde Jungkook Jimin'i ziyatet ederken Jimin rüyasında uyanıktı ve odasının içini izliyor, kendine bakan Jungkook'u görüyordu.
![](https://img.wattpad.com/cover/181740206-288-k571504.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UKIYO 網 ʲⁱᵏᵒᵒᵏ
Fanfiction/tamamlandı/ Jeon Jungkook, bir hayalciydi. Gece saat dördü on geçe, insanların yatağına sızar, arkalarında uzanır; saçlarını koklar ve gitmeden önce kulaklarının tam altına ıslak bir öpücük kondururdu. Her gece binlerce yatağa, düşe ve hayale mis...