"Neredeydin tüm gece?"
Odaya girer girmez bana yöneltilen ilk soru bu oldu ve kollarını göğsünde birleştirmiş bir ayağıyla yerde sertçe ritim tutarken Kyungsoo harbiden oldukça kızgın görünüyordu, imrendiğim kalın kaşlarından teki de havadaydı cevap beklediğini bildirircesine. Gece ansızın karşıma bu halde çıksa korkudan çığlık atacağımı düşündüm bir an, fakat konu bu değildi, Kyungsoo gerçekten ama gerçekten kızgın görünüyordu. Bir 'günaydın' bile dememişti, daha odaya adımımı yeni atmıştım!
Kokumu almıştı kesin, odaya adım atmamı beklemiş gibiydi adeta.
Yutkundum. Aslında dilimin ucuna gelen ilk pembe yalanı söyleyebilirdim, üstelik korkmamı gerektirecek bir şey de yoktu çünkü ona arkadaşıma ders çalışmaya gideceğimi söylemiştim yani ders çalışırken uyuyakalma gibi ufak dikkatsizlikler olabilirdi, ancak Kyungsoo asla yemezdi işte sorun tam olarak buradaydı. Beni benden iyi tanıyan (Sehun'dan sonra) bir diğer kişi de Kyungsoo'ydu.
Kyungsoo, oda arkadaşım ve aynı zamanda biricik can dostum; iki yılım, ancak sanki yirmi yıllık arkadaşım; hem kardeşim hem babam, bazen de anneciğim çünkü beni beslemeyi pek bir sever, hiçbir şeyimi saklayamadığım zira saklamaya çalıştığımda ise adeta koklaya koklaya bulabilen güzel insan, ani çıkışlarıyla bile sevdiğim, her şeyiyle kabullendiğim sevimli bebeğim— bebeğim diye hitap ettiğimi duysa kafamı duvara vura vura lafımı geri almamı söyler ama kendisi de biliyor bir bebiş olduğunu. Sadece kabullenemiyor o kadar.
"Sana da günaydın, Soo." Ortamı yumuşatmak istercesine sırıttım her şeyden bihabermiş gibi masum masum. Kapıyı arkamdan kapatıp kendimi hemencecik yatağıma attığımda Kyungsoo peşimden gelmekte gecikmedi ve bir de bakmışım ki beni kokluyor, size bir şeyleri koklaya koklaya bulduğunu söylerken ciddiydim. Kendisi yarı-köpek aynı zamanda, sevimli olanlarından ama. Arada bir ısırabiliyor fakat pek acıtmaz merak etmeyin. Benim ve Sehun'un ısırıkları daha fenadır. Off, nereden çıkmıştı yine şu fotoğrafçı çocuk, bir türlü kurtulamıyordum ondan. Görüş açımda olmasa düşüncelerimde beliriyordu bir şekilde.
"Bu koku tanıdık geliyor," Onu ittirmeye çalıştım fakat o saçımı başımı beni gıdıklayan bir biçimde koklamaya devam ediyordu. Delinin tekiydi, zaten bana akıllısı denk gelmezdi! "Kimin evindeydin sen? Sabaha kadar hem de?"
"Arkadaşımdaydım dedim ya anne," Gözlerimi devirerek alaycı bir ses tonuyla mırıldandım, yemin ederim annemmiş gibi davranıyordu bana. "Sanki söylesem tanıyacaksın."
O demeden Oh Sehun diye tamamlardı beni, bir de sanki söylesem tanıyacaksın diyordum, şimdi ağzım yamulacaktı.
"Söyle sen söyle, tanıyorumdur kesin."
Kyungsoo'nun tek sevmediğim özelliği en az ben ve Sehun kadar inatçı oluşuydu ve hay anasını satayım yine Sehun'u araya bir yere sıkıştırıvermiştim, bana büyü yapmadıysa ben de bir şey bilmiyordum. Şu an sahiden en çok istediğim şey lanet gibi üzerime yapışmış Oh Sehun'u aklımdan çıkarmaktan başka bir şey değildi. Çünkü tüm bunlara sebebiyet olan ta kendisiydi ancak ceremesini o değil bizzat ben çekiyordum, bu yüzden mümkünse birkaç gün düşüncelerime uğramasındı fakat ne yazık ki birkaç saat sonra kafeteryada göz göze gelecek, daha da kötüsü karşılıklı oturacaktık. Hatta belki bir-iki sohbet bile ederdik, muhtemelen nasılsından ileriye gitmezdi.
"Saat kaç?" Kaşla göz arasında konuyu değiştirmeye çalıştım ve şansıma asla bu numaraları yemeyen Kyungsoo en berbat numarayı yeyip telefonundan saate bakıverdi. Eh, ben de bundan faydalanarak kafası daha çok dağılsın diye yanaklarına birer öpücük kondurdum en sulusundan. Özlemiştim tombul yanaklımı, onsuz bir gece geçirmek garip hissettirmişti doğrusu. Kyungsoo hayatıma girip kalbimdeki köşesine kalkmamak üzere yerleştiğinden beri yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi bizim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fotoroman // sebaek
Historia Corta- Ya bu ateş bir gün sönerse? - O zaman tekrar yakarız.