ed sheeran - photograph
morissey - let me kiss youBirkaç küçük güzel olay dışında tam anlamıyla berbat geçen doğum günü faciasından sonra herkes kafasını derslerine gömüp üniversitenin hızlı temposuyla yeniden yüz yüze geldi. Chanyeol gruba komik bir şey atmadığı zamanlar kimseden ses çıkmıyordu, kafeteryada da hep beraber pek fazla takıldığımız söylenemezdi, zaten sık sık görüşemediğim ve aldığı ünvanla alakası dahi olmayan sevgilim Kim Jongin ile dünyalarımız iyicene birbirinden uzaklaşmıştı ve en kötüsü de doğum günü gecemdeki utanç verici teşebbüsümün ardından Sehun'a bakacak yahut konuşacak yüzüm yoktu. Ne zaman Sehun'u görsem pata küte yolumu değiştiriyor, karşılaştığımız kaçınılmaz anlarda da kızaran yüzümle anlamsız bir şeyler geveleyip sıvışıyordum oradan. Kyungsoo aramızdaki garip atmosferi fark ettiyse de tuhaf bir şekilde konuyu eşelememişti. Yine de, anlayamasam da, bana alttan alttan imalı laflar soktuğunu hissedebiliyordum, aklımı karıştırmaya devam ediyordu. Öyle ki bir gece dayanamayıp bana tehditkar bir ses tonuyla Sehun'la aramızdaki 'tansiyonu' bir an önce çözmezsek ikimizin de kıçını kırana dek tekmeleyeceğini söyledi. Doğrusu bundan epey korktum. Çünkü Kyungsoo'nun bunu yapacağından adımın Baekhyun olduğu kadar emindim ve o gece yatağa girerken kıçımı bir güzel emniyete almama mani olamamış, sanki sahiden de tekme yemişçesine kıçımın sızladığını hissetmiştim bütün gece boyunca.
Ben hayatım daha da sıkıcı ve boktan geçemez diye düşündükçe hayatım bir o kadar sıkıcılaşıyor, bir o kadar da boktanlaşıyordu. Eğer orada bir yerlerde varsa tanrıya söz şikayet etmeyeceğim desem de yok, şikayet etmeden duramıyordum ve belki de bu yüzden hayatım bir türlü düzene girmiyordu. Belki de ben hayattan çok şey bekliyordum. Sürekli bir beklenti içindeydim. Mutluluğu kovalıyordum. Telefonuma mesaj geldiğini bildiren seste onun Jongin olmasını dilerken beklenti içindeydim. Jongin'in başıma bir felaket gelmedikçe yazmayacağını bilmeme rağmen her mesaj sesinde kalbimin 'acaba o mu' diye sorarcasına güm güm atması saçmaydı. Daha da saçması şimdi aynı seste başka birinin olma ihtimalini daha düşünerek hızlanıyordu aptal kalbim. Jongin değilse Sehun mu? Artık yeni bir mesaj atıldığında Sehun olabilir mi diye tuhaf bir heyecan içimi kaplıyor fakat sonra bunun saçma bir mağaza tanıtımı olduğunu görünce hayal kırıklığıyla işime geri dönüyordum. Belki Sehun bir gün ansızın fikrini değiştirip tekrar modeli olmamı ister diye beklemem çok mu anlamsızdı? Ne zaman fotoğraf makinesini havaya kaldırsa fotoğrafımı çekeceğini sanarak sırtımı dikleştiriyordum. Fikrini değiştirdiğini söyleyeceği gün için beklenti içindeydim.
Fakat beklentiler boşunaydı. Beklentiler kafamızın içinde uydurduğumuz ucuz ancak süslü hayallerden ibaretti. Zihnimiz düşündükçe üzerini karaladığımız koca bir tuval gibiydi ve biz bu toz pembe hayallerimizle pervasızca o anlamsız resmi güzelleştirmeye çalışıyorduk. Lakin işinin ehli olan bir ressam olmadığınız sürece ne kadar çabalarsanız çabalayın bu derin ve karmaşık karalamayı anlamlı ve güzel bir resime dönüştüremezsiniz. Yalnızca karalar, üstünü çizer, anlamsızca gezdirirsiniz kaleminizi. İstediğiniz kadar çabalayın, bir karalamadan müthiş bir eser çıkaramazsınız. Karalamaya devam etmeyi bırakmadıkça hiçbir şey güzelleşmez. En sonunda ise süslemeye çalıştığınız hayallerinizi ucuzdan satarsınız. Acı gerçek şu ki hiç alıcınız olmaz. Elinizde süslü ama ucuz hayallerinizle kalakalırsınız. Jongin hakkında hissettiklerim tam olarak bunlardı. Sanki kapısına dayanmış da ona bu tuvali ısrarla satmaya çalışıyor gibi hissediyordum. Elimde bir sürü resim vardı ve ne ben iyi bir ressamdım ne de Jongin parasını bu ucuz resimlere harcayacak biri. Gerçi bu durumda Jongin beş parasız olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fotoroman // sebaek
Short Story- Ya bu ateş bir gün sönerse? - O zaman tekrar yakarız.