Sessizliğin çoğu zaman birden çok anlamı olabilir. O kadar uçsuz bucaksız bir anlam silsilesi var ki küçücük bir sessizliği bile anlamak için bu konuda uzmanlaşmanız ya da en azından karşı taraf hakkında birazcık bilgi sahibi olmanız gerekir. Eğer iyi ve kötü olarak genel bir başlık adı altına indirgemiş olursak Do Kyungsoo eminim ki benim sessizliğimin kötüye, kara bir habere işaret olduğunu söylerdi bir dakika düşünmeden. Bazı insanların sessizliği kötü manada yorumlanır, bu yüzden ne zaman sessizleşsem Kyungsoo doğru zamanı kollar ve bana daha ağzımı açmadan sorunun ne olduğunu sorardı. Sessizliğinizin dahi konuştuğunu böyle fark ederdiniz işte, konuşmadan. Aslında sessizlik de bir bakıma cevaptır, anlayana güçlü bir cevap, içinde belki de birçok anlam gizlidir. Tabii, yine anlayana mahsustur bu. Siz o sessizliği anlamadığınız sürece bu size yalnızca bir hiçlik olarak gelecektir. Birkaç dakikalık hiçlik ve anlamsızlık. Bir de Sehun vardı çoğu zaman kendine konuşan. Benimkinin aksine Sehun'un sessizliği iyi kategorisine giriyordu. Onunla birlikteyken sessizliğin rahatsız edici olmadığını defalarca dile getirmiştim, her ne kadar gürültücü olsanız da onun sakinliğine bir şekilde alışabiliyorsunuz. Fakat şöyle de bir sorunumuz var: sessiz insanlar en anlaşılması zor insanlardır çünkü çoğu zaman durgun olduklarından ne zaman gerçekten berbat hissettiklerini anlayamazsınız. Bu yüzden 'sessiz insan' olarak tanımladığınız birinin bir gün gereğinden fazla konuştuğunu fark ettiğinizde bir şeylerin ters gittiğini hemen çakardınız işte. Üstelik gevezeliği her zaman kötü manada yorumlanmıyordu da. Bazense çok konuşmanız duygularınızın bir yansıması olabiliyordu.
Tam şu an Sehun'da olan gibi. Çoğu zaman sessizliğiyle bir şeyler, hatta bazen çok şeyler, anlatabilen Sehun yürümeye başladığımızdan bu yana onluk olmayan öyle boş şeyler anlatıyordu ki bunun aslında gerginliğinin bir yansıması olduğunu anca o küçükken kaybettiği köpeğine çorap ördüğü, konumuzla hiçbir alakası olmayan, dördüncü hikayesine geçince anlayabildim. Sehun'u daha önce hiç bu kadar nefes dahi almadan durmaksızın konuşurken görmemiştim. Ne benimle ne de bir başkasıyla. Her zaman konuşmasının bir sınırı olurdu, gereksiz cümlelerden uzak durmaya çalışır, yeterli bulduğunu düşündüğü cevaplar verirdi. Sehun'u yine daha önce hiç bu kadar gergin de görmediğimden bugün birkaç yeni bilgi öğrenmiştim onun hakkında. Evet, biraz geç dank etmişti fark etmem fakat en azından onu yeni bir rezil anısını anlatmaktan son anda kurtarmıştım. Eğer onu durdurmasaydım bana daha neler anlatırdı bir fikrim yoktu.
"Sehun, biraz nefes alır mısın?"
Sehun yeni bir hikaye anlatmak için açtığı ağzını söylediğim şeyle birlikte kapatıp kızarmış yanaklarla gözlerini benden kaçırdığında güldüm. Gergin olduğunda benim gibi bir gevezeye dönüştüğünü bilmiyordum. Gerçi niçin gergin olduğunu da bilmiyordum, yani şimdilik, lakin öğrenecektim bunu da. Bir şeyleri öğrenmeden içimin rahat etmeyişi memnun olduğum bir huyum değildi, aksine hiç hoşlaşmıyordum bundan. Sehun nihayet sözümü yerine getirerek birkaç derin nefes alıp verdi, yanaklarındaki soğuktan mı yoksa utançtan mı olduğuna karar veremediğim kızarıklık hala gitmemişti ve gözümde ilk defa sevimli görünüyordu. Küçük masum bir bebek gibi.
"Üzgünüm, senin de kafanı şişirdim." Sehun mahcup bir ifadeyle şakaya vurmaya çalışarak benden özür dilediğinde kafamı iki yana salladım. "Sorun bu değil. Neden bu kadar gerildiğini anlayamıyorum sadece. Kıyafetim mi uygun değil? İstersen gi—" Cümlemi bitirmeme izin vermeden Sehun gözlerini büyülterek sözümü kesti hızlıca. "Hayır hayır! Kıyafetinde bir sorun yok. Ben... Ben sadece aklımı kurcalayan birkaç şeyden emin değilim o kadar."
Anladığımı bildiren biçimde usulca başımı salladım bu sefer. Onun anlatmak zorundaymış gibi baskı altında hissetmesini istemediğim için, "Umarım yakında çözülür. Bu kadar dert etme." diye mırıldandım ikna edici bir ses tonuyla. Destek vermek amaçlı birbirine hâlâ sıkıca kenetli parmaklarımdan biriyle elini okşadım nazikçe. Sehun yalnızca bana küçük bir tebessüm yollayarak alçak bir sesle, "Deniyorum." dedi. Bunu derken yüzündeki yorgunluğu ve çaresizliği çıplak gözlerimle görmüştüm. Görmüştüm ve bu nedense kalbimin bir köşesinde garip bir burukluk bırakmıştı. Onu bu kadar yıpratan şeyin ya da şeylerin ne olduğunu bilmek istiyordum ancak Sehun bu konunun üzerinde de çoğu zaman yaptığı gibi durmayıp sessizliğe yeniden gömüldü. Sehun da böyleydi işte. Her şeyi benim gibi içine atıyor; biriktiriyor, biriktiriyor, ağzına dolana kadar biriktirdikten sonra da o yığımın arasından sıyrılamıyor, orada hapsoluyordu. Yığınların altında kaldığını geç fark edecekti ve bu kadar içine attığı için pişman olacak ama iş işten çoktan geçmiş olacaktı elbette. En azından ben ağzıma kadar dolduğumda bir yerlerde bir şekilde patlayıp içimdeki yığınları boşaltabiliyordum. Sehun ne yapıyordu, daha doğrusu, bunun hakkında bir şeyler yapıyor muydu orası meçhuldü. Tek istediğim bir gün yığınların arasında sıkışıp kalmamasıydı. Ve ilk defa, bu seferki sessizliği beni feci rahatsız etti. Bu seferki sessizliğinde ne anlamlar gizlendiğini anlayamadığım için kendimi onu aslında hiç tanıyamamış gibi hissediyordum. Belki Sehun'a çok yakın değildim ancak aylardır birlikteydik, en azından bazı konularda ne tepki vereceğini bilecek kadar iyi tanıyordum onu. Sehun'un benim bildiğim tek en yakını Kim Jongin ayısıydı. Acaba Jongin de Sehun böyle kendi içine konuşmaya başladığında sessizliğinden birtakım anlamlar çıkarabiliyor muydu yoksa benim şu an yaptığım gibi yalnızca gözlerinin içine bakıp kendinin bile bilmediği sorularına yanıt mı bekliyordu öylece? Tanrım. En kötüsü de Sehun'a ne soracağımı bile bilmiyor oluşumdu. Sorularımı bilmediğim halde ondan cevap beklemem saçmalığın daniskasıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
fotoroman // sebaek
Short Story- Ya bu ateş bir gün sönerse? - O zaman tekrar yakarız.