XI/hiç değişmeyeceğiz

3.7K 499 220
                                    

"Hiç değişmeyeceğiz, değil mi?
Yok, yok. 
Hiç öğrenmeyeceğiz, değil mi?"

*

Hayatım boyunca kaçındığım gerçekler olmuştu. Kaçındığım gerçekler ve peşini bırakmadığım bilinmeyenler. Kendimi bildim bileli, hayatın sürünüp giden yıpranmış eline tutunup yeniden bir çocuk gibi, bir genç, bir yetişkin gibi yaşamaya başladığımda amacım hep belliydi.

Kendime, beni mutlu edecek bir hayat kurmak ve on yedi sene öncesinde olanlar için kafamdaki soru işaretlerinin yerini belirgin noktalara bırakmak istemiştim. Bir o kadar da kaçıyordum bundan. Öğreneceklerim, öğrenmek istediklerimle aynı şey miydi? Bunu öğrenmeden cevaplayamazdım, belki de öğrendikten sonra pişman olacaktım. Bu yüzden daima bir şeylerin peşinden koşuyor, fakat ardından korkup hep geri geri yürüyordum. Geldiğim yolları, dengemi kaybede kaybede geri gidiyordum ve asla istediğim noktaya ulaşamıyordum.

Kalbimi on yedi senedir bir kağıt kesiği gibi ince ince sızlatan o yokluk, bir gün dolar umuduyla öylece bırakılmıştı ortada. Gelip o karanlık köşeyi aydınlatacak birinin var olup olmadığını bilmiyordum. Hep sonrasını öğrenmek isteyip, yalnızca geçmişi anıyordum.

Gelecek için her genç gibi kaygılarım vardı. Sahte mutluluklarım, içimi yeyip bitiren kurtlarım, kafamı ütüleyen ruhsuz kelimelerim, tenimde gezinen karıncalarım vardı. Hepsi tek bir şey yüzündendi. Yalnızca bir şey...

Cevabından deli gibi kaçınıp, gelip beni bulmasını beklediğim bir şey. Gerçekleşmesi imkansız olduğundan, bir yandan da rahat olmamı sağlayan şey. Belki, benim onu düşündüğüm gibi düşünen biri. Benim onu aramak isteyip de cesaret edemediğime onun bulaştığı ve benim gibi bir korkak olmayıp beni bulabileceğini düşündüğüm biri.

Park Jimin.

En son yedi yaşındayken, üzerinde toz toprak olmuş yıpranmış kıyafetleri, kirli alnının tam ortasındaki yarıktan oluk oluk kan akarken, beni, küçücük bir çocuk olan beni, bir başıma bırakmış olan bir başka çocuk Park Jimin.

Gelip beni bulmamıştı, gelip on yedi senede beni bulmamıştı da, bir anda karşıma çıkmıştı. Yani, bu muydu? Olması gereken, karşılaşmamız gereken yol bu muydu?

En son hyung olarak seslendiğim birinden, on yedi yıl sonra hoşlandığım biri olarak bahsetmek nasıl mümkün olabilirdi? O kadar insan arasından gelip de beni bulması, tanrım, akıl alır gibi miydi?

Kafayı yemek üzereydim. Öylece ona hiçbir şey soramazdım. Kimseye bir şey bahsedemezdim, çünkü çevremdeki herkes bu konu hakkında ne kadar hassas olduğumu ve Jimin'in varlığıyla alakalı ne kadar kafayı yediğimi biliyordu. Hoseok hyunga bundan bir kere bahsettiğimde, söyledikleri hala kulağımda yankılanıyordu. Ve ben, ben bunları sesli dile getirebilecek kadar güçlü değildim henüz.

Bir kere bile uyumak için kırpılmayan gözlerim, bir anda aralansın; saatlerce uyumuş ve kötü bir rüya görmüş olarak uyanayım istiyordum. Yalnızca istediği olmamış küçük bir çocuk gibi huysuzlanarak, gözlerimin içine batan görünmez iğnelerle birlikte, uykusuzluğun dibini boylamışken yüzümü bile yıkamadan aşağıya inmiştim.

Annemin önüme koyduğu dolu kahvaltı tabağına boş bakışlar ve elimde çatalım eşliğinde dalıp gitmişken karşımdaki sandalye çekildi.

O zamana kadar akıl edemediğim bir şey oldu. Sanki Jimin'i bir daha görmeyecekmiş gibi bir kanıya kapılıp umutsuz bir ergen gibi dalıp gitmişken tam da karşıma oturmuş ve neşeyle şakımıştı.

baisemain ¦ jikookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin