"Sen hayran kalınacak birisin,
Çünkü parlaklığın tıpkı bir ayna gibi.
Ve fark etmeden geçemiyorum,
Kalbimin içinde yansıyorsun."*
Boş vermek.
Bazen gerçekten de yapılabilecek en iyi şeydi. Her şeye karşı, herkese ve bazen kendine karşı bile.
Yaptığım da buydu. Düşünmüyordum, gerçekten de düşünmemeye çalışıyordum. Düşündükçe daha derin bir bataklığa çekiliyorsam eğer, bunun bana yararı neydi ki? Eğer düşündükçe alan daralmak yerine genişliyorsa ve ben hangi yöne gideceğimi bilmiyorsam gerçekten de boşa çırpınmanın anlamı neydi?
Boş vermiştim.
Jimin ile aramızda geçen o garip olarak adlandırdığım ve son derece heyecanlandırıcı konuşmanın üzerinden bir gün geçmişti. Ve ben tam olarak, stüdyodaki ilk günüm sona ererken, akşamüstü neredeyse küçük binadan çıkmak üzereyken buna karar vermiştim. Gittiği yere kadar giderdi. Ona söylemeyi çok istiyordum, ona söylemeyi lanet olası derecede çok istiyordum. Onun hayatı hakkında bir şeyler öğrenmeyi, bu zamana kadar neler yaptığı ve beni, bizi neden hatırlamadığını o kadar çok öğrenmek istiyordum ki. O gün orada, ona ne olduğunu...
Fakat tüm bunları gerçekten de bir kenara bırakmak istiyordum. Onun öğrenmesi ve tüm bunların karşılığında beni yeniden bırakması ihtimaline katlanamazdım. Onun bir kere daha ellerimin arasından çıkıp da gitmesine izin veremezdim. Ne tepki vereceğini bilmiyordum, yalan söylediğimi düşünmez miydi? Beni bu zamana kadar söylememekle suçlamaz mıydı? Belki de hiç öğrenmek istemezdi. Belki de hayatına gerçekten sünger çekmişti ve tüm bunları bir kenara koyarak yepyeni bir hayat yaşıyordu. Kendi mutluluğumu bile garantilemeyen bir şeyi, neden sonunda ne olacağını bilmeden onun önüne sermeyi seçmeliydim ki?
Bilmeye hakkı vardı. Bunca zaman benim nasıl bilmeye hakkım varsa, en az onun da o kadar hakkı vardı. Fakat bunu hangi yolla, en az hasarla nasıl yapılacağını bilmiyordum.
Biraz bencil olmayı seçip, hayatımda bir kez olsun biraz bencil olmayı seçip onunla olan günlerimi, onun bilmediği gerçekleri yutarak geçirmek istiyordum. İleride neler olacağını tanrı bilirdi, belki hatırlardı. Belki de bir gün öğrenirdi. Fakat o gün, bugün değildi. Uzunca bir süre de olacağa benzemiyordu.
Telefonumun titreyişiyle birlikte inmeye devam ettiğim merdivenin basamaklarında durakladım ve kotumun cebinden telefonumu çıkardım.
Jimin:
Çıktın mı?
Dün üstünkörü konuşmamızın üzerine, ikimiz de kalakalmıştık ki ilk önce kendine gelen o oldu. Benimle daha sonra konuşacağını ve teyzesinin onu beklediğini, ki teyzesinin bekletilmekten hiç hoşlanmadığını, söyleyip kolumu okşayıp gitmişti. Akşam, ben eve gittikten sonra bana kısa ve iç ısıtan bir iyi geceler mesajı yollamıştı.
Ertesi gün, yani bugün, tahminimden daha yoğun olduğu için ona yalnızca kısa bir günaydın mesajı atabilmiş ve devamını getirememiştim.
Sabah sabah, annemin her zamanki kahvaltısını hazırladığı esnada pilav makinesinin kablosunun yanarak tüm mutfağı duman içinde bırakması ve ardı ardına gelen panik, koşuşturmacanın ardından ilk staj günümde geç kalmamak için alelacele stüdyoya gitmem de cabasıydı. İlk günden olsa da bir sürü işim olmuştu. Bana yardımcı olacak ve benden birkaç yaş büyük iki kişi vardı. Biri adını pek duyurmamış fakat tecrübeli olduğu her halinden belli bir prodüktördü, diğeri ise ses eğitimimle alakalı benimle ilgilenecek bir ses eğitmeniydi. İlk günüm yalnızca teknik şeyleri öğrenmekle geçse de, o küçük stüdyoda dolanıp durmuştum. Ve tanrım, benim gibi bütün gün yatan biri için oldukça yorucuydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
baisemain ¦ jikook
Fanfictie"İşte bu yüzden ellerini öpmek istiyorum, gerçekte nasıl olduğunu bilmediğim, düşlerimde yumuşacık olan o ellerini." 01.05.19/16.02.20 *uyarı: bu kurgu, deprem anına dair travmalar ve deprem sonrası yaşananları içermektedir.