Uyarı: Bölümün ilerleyen paragraflarında cinsel içerik bulunmaktadır!
*
"Nerede olduğun umurumda değil,
Çünkü artık benimlesin.
Gecenin içinde süzülüyoruz,
Dans ediyormuşuz gibi hissettiriyor.
O his, bu his mi?
Aşık olma hissi?
Çünkü biliyorum, daha önce tanıştık bebeğim."*
Hiçbir zaman bu dünyanın bir yerine ait olabileceğimi düşünmemiştim. Bir kıtaya, bir ülkeye, şehre ya da kasabaya, herhangi bir toprak parçasına ya da bir karışlık zemine. Çünkü beni bağlayan bir şey yoktu, beni bağlayan bir şey olmadığı sürece yeryüzünün cennetine de ulaşsam orada kendimi gerçekten de bulmuşum gibi hissedemeyeceğimi düşünürdüm. Beni orada tutacak bir şeylere ya da bir şeye, birine, bir hisse sahip olamazsam da yere göğe sığamayacağımı düşünürdüm.
Dünya, Samanyolu, koca galaksi ya da Uzay... Bunların hiçbirinin bir anlamı yoktu. Büyüklüklerinin, büyüleyiciliklerinin ya da gözümü ne kadar boyadıklarının. Elimi tutup da tüm bunların hayalini kurduğum biri olmadığı sürece bir yerlerde arka plan olarak olmaya devam edecekti. Telefonumda, bilgisayarımda, beni dünyanın maddesel boyutundan soyutlayacak herhangi bir maddesel oluşumun geçici bir arka planı...
İşte tam olarak böyle düşünürdüm, tam olarak Jimin'i bulmadan önce böyle düşünürdüm. Çünkü ne zaman onun karanlıktan korktuğunu fakat buna rağmen geceleri evlerinin çatısına çıkıp yıldızları izlediğini hatırlasam, o olmadan yıldızları izlemenin de bir anlamı olmadığını düşünürdüm. Yıldızlar, bağlı olduğu galaksiler, etrafında dönüp durduğu gezegenler ya da gök taşları... Bu dünya, her sabah doğan ve yerini kendi ışığının gölgesinde bırakan ay... Anlamsızdı, onları beraber konuşup izleyebilecek, hayalini kurup saçma sapan da olsa konuşabilecek biri olmadıktan sonra uzayın hiç bilinmeyen bir boşluğunda kaybolup süzülsem de bir anlamı olmazdı.
Tüm bu olanlar, o yokken anlamsız geliyordu.
Şimdi bir telefon uzağımdaydı, arasam belki de her şeyi çözüp aşabilirdik. Onu tanıdığım ve aslında kim olduğum gerçeğini gölgeledikten sonra elbette. Fakat yine de benim kim olduğumu bilmeden tüm bunları yapmak bir açıdan anlamsız olurdu. Onlarca akşam onunla yıldızlara bakıp hangisinin diğerinden parlak olduğunu onunla tartışan kişinin ben olduğumu, bir zamanlar beş yaşında olan o küçük Jungkook olduğumu bilmeden hiçbir anlamı yoktu. Kurduğumuz hayal iki kişilikti, onu tek başıma hatırlamak Jimin'e yaptığım en büyük haksızlık olurdu.
"Jungkook, ben çıkıyorum." Hoseok hyungun sesiyle irkilip mutfak tezgahının karışık mermer desenini incelemeyi ve karmakarışık düşüncelerimi geride bıraktım ve içtiği suyu bitirdikten sonra mutfaktan çıkan ağabeyimin panikle bir oraya bir buraya koşuşturmasını izledim. "Toplantıya geç kaldım, hay lanet." Askılıkta asılı olan spor ceketini giyerken aynadan da saçlarını kontrol ediyordu. Mutfaktan çıkar çıkmaz onun panik halindeki acele hareketleri beni gülümsetmişti.
"Ne o? Çok mu hoşuna gitti bu hallerim?" Aynadan yansımama bakıp yarım ağız sırıttıktan sonra konsolun üzerindeki çantasını aldı ve kolunun altına sıkıştırıp bana döndü.
"Hayır, yalnızca panik yaptığında zararsız görünüyorsun."
"Ne zararımı gördün?" Omuz silktim ve girişi salona açan kahverengi kirişlere yaslandım kollarımı göğsümde kavuşturup.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
baisemain ¦ jikook
Fanfiction"İşte bu yüzden ellerini öpmek istiyorum, gerçekte nasıl olduğunu bilmediğim, düşlerimde yumuşacık olan o ellerini." 01.05.19/16.02.20 *uyarı: bu kurgu, deprem anına dair travmalar ve deprem sonrası yaşananları içermektedir.