7- "Orası da bana kalsın."

1.5K 150 4
                                    


İyi okumalar.

Aynı kanepede oturuyorduk. O bir ucunda ben bir ucunda. Telefonumdan ses kaydedicisini açıp ahşap masaya koydum. Yaptıklarımı dikkatle izledi.

"Ne zamandan beridir bu 'işi' yapıyorsun?" diye sordum.

Hırsızlıktan iş diye bahsetmem onu güldürdü. 

"Oluyor işte."

Verdiği yanıt net olmadığı için daha fazla ayrıntı istedim. O ise şöyle cevap verdi: "Üniversiteye başladığım zamanlardı sanırım."

Maksimum kaç sene olmuş diye hesaplamak için yaşını sordum.
"Yirmi yedi." diye yanıtladı.

Benden beş yaş büyüktü.

"Aşağıya yukarı on senedir yani." diye mırıldandım.
Sorunun altına on sene diye yazdım.

"Bir dakika." dedi bir şeyi anlamazca.
"Tezinde bir hırsız olarak yer alacağım. İsim ya da bana ait bir bilgi olmayacak değil mi?"

Gözlerine baktım.  Nihayet bir duygu yakalamıştım gözlerinde. Merak.

"Endişelenme. İsmin, cismin, adresin... Hiçbir şey yer almayacak. Hem senden eski bir hırsız olarak bahsedeceğim. Cezasını çekmiş ve bu işlerden artık uzak duran bir tip olacak tezde. Sen sadece sorduğum sorular cevap ver. Gerisini ben hallederim."

"Tamam, peki. Şimdi sen sadece benim tarafımdan hırsızlığı anlatacak, neden yapılır hırsızlık bunu yazacaksın. Ama bir şey var ki bence insan yaşamadığı şeyleri yazamaz. Yazsa da inandırıcı olmaz..."

Sözünü kestim. "Ne demek istiyorsun?"

"Röportajdan sonra eğer sen de istersen sana hırsızlığı göstereceğim. Hem bu duyguyu birebir yaşayacaksın hem de tezin inandırıcı olacak. Ne dersin?"

"Saçmalama. Ben öyle bir şey yapmam." Hiddetlendim.

"Hey, sinirlenmene gerek yok. Sadece yardım etmek için bir öneri sundum. Kabul edip etmemek tamamen sana kalmış."

"Bana kaldıysa kabul etmiyorum. Şimdi devam edebilir miyiz?"

"Olur."

İkinci soruya geçtim. Önerdiği şeyi aklımdan çıkarmak istiyordum.

"Hırsızlık yapmadan önce bir plan, program yapıyor musun?"

"Plan sayılır mı bilmiyorum ama soyacağım kişiyi kesinlikle araştırırım."

"Nasıl ya? Önüne gelini soymuyor musun?"

"Hayır."

Kısa ve net cevabı beni bu konuda şüphelendirmişti. Konuyu daha da açmak istedim.

"Peki kriterlerin var mı bu konuda?"

"Eh orası da bana kalsın."
Cebinden sigara paketi çıkarıp içinden iki dal aldı. Birini bana uzattı. Alıp almamakta kararsızdım. Sigarayı ara sıra içsem de şu an teze odaklandığım için içmek istemedim.

"Ben almayayım." diyerek reddettim. Bana uzattığını pakete koyup kendi sigarasını yaktı. Derin bir nefes çekti sigaradan. Dumanları dışarıya üflerken devam etmemi gösteren el işareti yaptı. O zamana kadar onu dikkatle izlediğimi fark etmemiştim. Silkelenip kendime geldim.

"Hırsızlık yaparken ne hissediyorsun?"

Sigaradan bir nefes daha çekti.
"Yaparken bir şey hissetmiyorum da sonrasında rahatlamış hissediyorum. Ya da görevini yapmış ve artık iş kendinden çıkmış bir beyaz yakalı gibi hissediyorum."

Evet, bu cevabı garipti. Anlamayarak baktım ona. Ben de böyleyim der gibi baktı.

"Hiç pişman oldun mu?"

Hemen cevapladı.
"Hayır."

"Rüyanda hırsızlık yaptığını gördün mü?"

"Rüya görmüyorum ben."

"Herkes rüya görür ama bazıları hatırlamaz."

Sigarasını ahşap masanın ucuna söndürdü. Şimdi fark etmiştim; ahşap masa sigara izleriyle doluydu. Sigarasını hep bu masaya söndürmüş olmalıydı.

"Görsem hatırlardım kesin."

Hazırcevap oluşu ve gayet normalmiş gibi söylemesi beni şaşırtıyordu. Nasıl bir insanla karşı karşıyaydım ben?

En son sormam gereken şeyi şu an sormam gerektiğini hissettim.

"Niçin yapıyorsun bunu? Amacın ne?"

"Bunu cevaplamak istemiyorum."

"Tamam, istediğin gibi olsun."

Telefonu çaldı. Pantolonun arka cebinden telefonu çıkardı.
"Müsaadenle." deyip dış kapının oralara doğru gitti. Kapı kapanma sesinden hep kapalı olan odaya girdiğini anladım.

Çocukluğu ile ilgili soru soracaktım daha. Kim aramıştı ki? Telefonumu elime alıp ses kaydedicisini kapattım. Bilge'den gelen mesajı okudum.
"Gelirken ekmek alsana Leyla. Öptüm"

Cevap olarak "Ok" yazıp gönderdim.
Ben internette gezerken o birkaç dakika sonra aceleyle yanıma geldi.

"Acil işim çıktı. Gitmem gerek." Tekli koltuğun üzerindeki deri ceketini aldı.
"Kusura bakmazsın, değil mi?"

Neye uğradığımı şaşırmıştım ama hemen toparlanmayı bildim.
"Tabii tabii. İşine bak." Kitapları ve defteri çantama koydum. Fermuarı kapatıp çantayı tek koluma taktım ve ayağa kalktım.

Beraber evden çıktık. Motorla birlikte gözden kaybolmadan önce söylediği şey sokakta yankılandı.
"Yarın yine aynı saatte."

Sessizce arkasından konuştum.
"Tamam."

*****

Eve geldiğimde Bilge televizyonun karşısında oturuyordu. Çantamı odama koyup yanına gittim. Önünde bir sürü peçete vardı. Ağlayarak burnunu sildi.
"Sen mi geldin?"

Sorusunu es geçip tekli koltuğa oturdum.
"Ne izliyorsun sen?" Televizyondaki belgeseli görünce kaşlarımı çatmıştım.

"Daha yeni doğmuş ceylanların aslandan kaçışını. Az önce biri yakalandı bile. Diğeri de kaçıyor ama sonu yine aynı olacak."
Ağlayarak anlatmıştı.

Yerimden kalkıp Bilge'nin elindeki kumandayı aldım. İtiraz edince "Haberlere bakalım ya." diyerek susturdum onu.
Kanalları zaplarken tanıdık bir yüz görünce o kanalda durdum.
Geçen benimle arabada görüşen adamdı. Şöyle diyordu dış ses:
"Ünlü iş insanı Mehmet Haluk Dağca yolsuzluk iddiasıyla suçlanıyor. Kendi kurduğu 'El Ver' adlı kuruluşa verilen yardım fonlarını zimmetine geçirdiği iddia ediliyor. El Ver geçen hafta gönüllü yardım kuruluşları arasında en iyisi seçilmişti.  Haluk Dağca ödül alırken "Ödül için bu işi yapmıyor olsam da yine teşekkür ederim. Bu kuruluş hiçbir zaman çizgisinden ayrılmayacaktır. Siz de el verin ve güzel yarınlara uyanalım." diyerek konuşmuştu. Bakalım bu iddialara ne cevap verecek?"

Çağan, onu soymakta iyi yapmış. Pislik herif. Yardım kuruluşu adı altında milletten para çalıyor.
Çağan'ın bundan haberi var mı acaba? Ya da bilerek mi soydu onu?
Yarın ona kesinlikle bunu sormalıyım.

****

Bakalım Çağan gerçekte kim?

Git Başımdan Leyla! Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin