yukhei sevimli davranmaya uğraşmazdı, sevimlilik zaten onun doğasında vardı. bu yüzden, liseye ilk girdiği zamanlarda herkesin gözdesiydi. ama sonra, koreceyi iyi konuşamaması sebebiyle kimse onunla konuşmak istemedi.
kendini yalnız hissetti, çin'deki gibi beraber konuşabileceği birileri yoktu.
"hey, küçük çocuk," alçak bir ses duydu.
yukhei yürümeyi bıraktı ve sesin geldiği yere döndü. yanında uzun bir adam vardı.
"hey!" tekrar bağırdı ve yukhei'nin karnına bir yumruk attı, "bana bakmanı söyledim."
küçük çocuk sızlandı ve geriye doğru tökezledi. yukhei cevap vermemeye devam edince, uzun boylu adam birkaç yumruk daha attı, "seninle konuştuğumda bana cevap vereceksin...ah bekle, konuşamıyordun değil mi?" yukhei'yi yere düşürüp ona birkaç tekme daha atarken adamın yüzünde iğrenç bir sırıtış vardı.
"çin'de kalmalıydın," dedi adam ve yoluna devam etti.
yukhei'nin tüm vücudu acıyordu, eve gittiğinde her yerinin çürüklerle dolu olacağını tahmin edebiliyordu. acı içindeki vücudunu yerden kaldıramadı ve olduğu yerde ağlamaya başladı.
sonunda birisi hıçkırıklarını duydu, siyah saçlı ve tatlı sesli bir oğlan hemen yukhei'yi alıp hemşirelerin yanına götürmüştü.
içeride hemşire olmadığını gören siyah saçlı çocuk, yukhei'nin yaralarına bakmış ve onu sakinleştirmeye çalışmıştı. "adın ne?"
yukhei dediğini anlamamış ve boş bir şekilde yüzüne bakmaya devam etmişti.
"dediğimi anlamadın mı?" diye sordu siyah saçlı çocuk. yukhei başını sallayarak onu onayladı.
"sorun değil! adın ne?" çocuk tekrar sordu. yukhei çocuğun yüzüne baktığında, yüzünde kocaman bir gülümseme gördü.
"yukhei."
çocuk, yukhei'nin yarım korecesini duyunca güldü, "ben de taeyong."
yukhei, adamın ismini tekrarlarken dudaklarında küçük bir gülümseme belirdi, "t-taeyong, anladım."
bu olaydan sonra, taeyong yanından hiç ayrılmadı. lise hayatı boyunca, taeyong onu korumak ve korece öğretmek için yanındaydı, bu sayede yukhei daha rahat korece konuşmaya başlamıştı.
ama sonra, yaz tatilinde işler değişmeye başladı.
"tae, hoşlandığım çocuk burada," dedi kısık sesle yukhei. taeyong hemen kafasını çevirdi ve çocuğun yanaklarını sıktı, "aw, bu çok şirin! benim küçük yukhei'm büyüyor. hangi çocuktan bahsettiğini göster bana."
"şey, yeni gelen çocuk," dedi ve taeyong'a sarılarak yüzünü onun göğsüne gömdü.
taeyong, yukhei'nin bahsettiği çocuğu görmek için etrafına bakınmaya başladı. sevimli bir gülümsemeyle sarı saçlı bir oğlanın ona yaklaştığını gördü. "merhaba! arkadaşınızın suratının çok kırmızı gözüktüğünü fark ettim, o iyi mi?"
"o iyi fakat sen kimsin?"
"ah, evet. ben jungwoo, siz kimsiniz?" dedi sarı saçlı.
taeyong yukhei'nin yüzünü kaldırdı ve gülümsedi, "ben taeyong ve bu da arkadaşım yukhei. ah, benim yapman gereken şeyler vardı, gitme zamanım geldi. benim için yukhei'ye bakabilir misin?"
"elbet-"
taeyong, yukhei'yi kırmızı bir suratla orada bıraktı ve kaçarcasına ikilinin yanından uzaklaştı. "m-merhaba," dedi yukhei.
"yukhei'ydi, değil mi?"
yukhei kafasını sallayarak onu onayladı ve dudaklarında küçük bir gülümsemeyle ona bakmaya devam etti, "ve sen de jungwoo'sun?"
jungwoo kollarını yukhei'nin etrafına sardı ve sıkıca sarıldı, "evet, o benim buralarda yemek yenilebilecek güzel yerler var mı?"
"e-evet, sokağın aşağısında."
"bana nerede olduğunu gösterebilir misin?"
ardından, yukhei onu sarmaşıklar ve güzel çiçeklerle dolu bir binaya götürdü. "işte bahsettiğim kafe burası, şimdi benim gitmem la-"
"benimle kal," dedi jungwoo, "bu seferlik ben ısmarlayacağım."
daha yukhei bir şey diyemeden jungwoo onu elinden tutarak içeri sürükledi ve kendilerine cam kenarında boş bir masa buldular.
"istediğin bir şey var mı?"
yukhei'nin yüzü tekrar kızardı, "ımm, ekstra marshmellowlu sıcak çikolata."
jungwoo, sadece gülümsemekle yetindi ve başka bir şey demedi, ama garsona seslenmek için arkasını döndüğünde gözlerini devirdi. "hey, affedersiniz. bana bir çörek, bir kahve ve ekstra marshmellowlu sıcak çikolata getirebilir misiniz?"
garson onu onayladı ve siparişleri hazırlaması için baristaya seslendi. jungwoo baristanın içecekleri hazırlamasını beklerken ücreti de ödedi.
"yukhei ile mi birliktesin?" diye sordu barista, jungwoo'ya içecekleri ve çörekleri verirken. "üzgünüm, sadece onu taeyong dışında birisiyle hiç görmemiştim."
jungwoo kibarca gülümsedi ve hazırlanan siparişini aldı, "evet, yukhei benim, ımm, erkek arkadaşım. o çok tatlı, değil mi?"
"evet, öyle, ona iyi bak. o duygusal bir çocuk. onu kalbi kırılmış hayal edemiyorum."
"bakacağım," dedi jungwoo ve sırıtışını belli etmemek için arkasını döndü ve masalarına ilerledi.
"hey yukhei, her zaman yumuşak çocuk olarak bilinmek nasıl bir duygu?"
yukhei üzgünce baktı, "bilmiyorum."
jungwoo çocuğun yanaklarını sıktı, "lucas adına ne dersin, kulağa hoş gelmiyor mu?"
"sanırım öyle."
jungwoo yerinden kalktı ve yukhei'nin yanına oturdu ve güldü, "güven bana, benim yanımda okulun en havalı insanı olacaksın. ne dersin, lucas?"
"e-elbette!"
ertesi yıl, yukhei okula döndüğünde herkesin ağzı açık kalmıştı. küçük yukhei kendini geliştirmiş ve kas yapmış, herkesi şok etmişti.
"wong yukhei burada mı?"
son gördükleri şey herkesi daha da şok etmişti. jungwoo, yukhei ile birlikteydi. öğretmen sahte bir şekilde öksürdü ve yukhei'nin dikkatini çekti.
"senin yukhei olma ihtimalin var mı?"
"evet," dedi yukhei, göğsüne kafasını dayayan jungwoo onun sesini duyunca sırıttı. "ayrıca, artık yukhei değilim. lucas'ım."
yukhei, terler içinde nefes nefese kalmış bir şekilde uyandı, "neden şimdi bunu hatırladım?" diye mırıldandı.
yanına baktı ve mark'ı gördü, derin uykusunun arasında yumuşak kuyruğu arada bir hareket ediyordu, kulakları uyanıkken olduğu gibi dik değildi.
"üzgünüm mark." diye fısıldadı ve gözlerini bir kez daha kapadı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
last minute gift::lumark
Fanfictionailesi yukhei'ye bir doğum günü hediyesi verir. all rights belong to @SEOCLIPSE