16' "Bir mucize diledim"

6.5K 635 271
                                    

Her şey bitti... Sık sık duyduğum, belki de bir o kadar kullandığım bu cümle neyi ifade ediyordu? Biten neydi? Umutlarım mı, Hayatım mı, Yoksa nefes alma nedenlerim mi..? Her şey bitiyorsa ardından gelen acı da neyin nesiydi? Kaderin bana 'Bitmedi, kendini kandırma.' deme şekli mi?

Ben bitti desem de bitmiyordu işte. Ölene kadar da bitmeyecekti. Ne çektiğimiz acı, ne de umutsuzluğa düştüğümüz an sayısı. Dün evi terk ettiysem, bir daha o eve asla dönmeyeceğimin bir garantisi yoktu. Ben dönmeyeceğim desem de öyle bir şey olurdu ki hayatımda, ağlayarak çalardım tekrar o kapıyı ya da affetmem desem de affederdim ve bitti sandığım her şey böylelikle küllerinden doğan anka kuşları misali tekrar başlardı.

Çünkü buna karar veren biz değildik, kader dediğimiz saçmalıktı.

Tüm gece saçma düşünceler yüzünden uyuyamamıştım ve sıcağı umursamadan bedenime sarıp kafama kadar çektiğim yorganla sanki işe gitmem gerekmiyormuş gibi yatıyordum. Belki de her şey kendi kendine çözülüp hayatım düzene binene kadar burada kalabilir, hiç ihtimal yoksa da ölümü bekleyebilirdim.

"Kuşum geç kalacaksın, hadi kalk da kahvaltını yap!" Tabi sorumluluklarım buna izin verseydi...

Çalışmak eskisinden daha zor gelmeye başlamıştı. İşine aşık derecesinde bağlı ben, on beş yaşımda bile bu kadar zorlandığımı hatırlamıyordum. Hatta okulu ve seti bir arada yürütür, bazı sınavlarıma hiç uyumadan girerdim. Okuldan bıkar, işten bıkmazdım. Şimdi ise annem yatağımdan kalkmam için zor kullanıyordu.

Onu duymazdan gelerek gözlerimi kapattım. Aniden odaya dalma ihtimaline karşın uyuyor numarası yaparak önlem alıyordum. Belki böylece beni uyandırmaya kıyamaz ve işe göndermezdi. En azından o zamanlar okula gitmek istemediğimde işe yarıyordu.

Büyük çaplı bir depresyon yaşıyordum. Canımın yapmak istediği tek şey zamanı umursamadan yatağımda yuvarlanıp müzik dinlemek ve beni üzen şeyleri tekrar tekrar düşünerek kendi kendime sonlar kurgulamaktı. Her şeyden nefret ettiğim sıradan anlardan biriydi aslında. İşten, evlilikten, hayattan ve aklıma gelebilecek her şeyden nefret ediyordum.

"Jeongguk, kime diyorum ben oğlum?" Yerimde tepinerek "Hayır!" diye bağırdım. Bedenime sarılı yorgan yüzünden kuvvetle muhtemel dışarıdan can çekişen bir tırtıl gibi görünmüştüm. "İstemiyorum! Gityemeceğim işte, bana ne, bana ne..."

"Ne demek gitmeyeceğim? Gideceksin efendim. Ergenliğini seninle tekrar yaşayamam ben." Kafamdaki yorganı aşağı çekerek "Nefret ediyorum hepinizden!" dedim. Her şey sınıfına annem bile dahildi.

"Akşam gelince de nefret edersin, şimdi çabuk kalk. Donghyun seni almaya gelecekmiş."

"Donghyun neden seni aradı ki?"

"Beni aradığını söylemedim ki."

"Anne!" diye atıldım. "Telefonumu mu kurcalıyorsun sen?" Yüzündeki sinsi gülüşle "Kahvaltın masada seni bekliyor, çabuk olursan iyi edersin." dedi ve odamdan çıktı. Yine beni taklaya getirmişti.

"Nefret ediyorum sizden!" O çıkar çıkmaz arkasından bağırdım ve üzerimdeki yorgandan kurtulmak için tepinmeye başladım.

Hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordum. Sanki Taehyung hayatıma girmemiş de bu annemle normal bir günümüzmüş gibi...

Tabi bu rol yapmaktan daha zordu çünkü Taehyung'la lisedeyken tanıştığım için hayatımın yarısı onunla geçmişti, doğal olarak baktığım her yer ondan bir iz taşıyordu. Şu an yattığım yatak ya da kıyafetlerimin olduğu dolap bile. Bu yüzden o hiç olmamış gibi davranmak bir hayli zordu.

Marriage Promise≒TaeKook [Completed]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin