Kasım, 2017
Elimdeki poşetleri bırakmaya üşendiğimden zili çalmak yerine kapıya tekme attım. Bu yaptığımın dikkat çekici olduğunu fark edince kendime içimden küfredip siyah maskeme güvenerek başımı eğdim.
En sonunda kapı açıldığında Jungkook tişörtünün eteklerini çekiştiriyordu. Burnuma anında dolan vanilya kokusuyla duştan yeni çıktığını anlamış oldum. Saçlarını karıştırırken, "Üzgünüm, duştan—" diye başladığı cümlesini bitirmesini beklemeden onu ittirerek içeri girdim. "Konuşmanı bölmek istememiştim ama kollarım koptu!"
"O ellerindeki poşetler ne Chaeyoung?" Peşimden gelirken ellerime uzandığında itiraz edemedim. Benimle beraber mutfak tezgahına hepsini bıraktığında yüzümdeki maskeyi boynuma indirip kollarımı uzatarak tezgaha yaslandım. Ciddi manada kollarımı hissetmiyordum.
Jungkook şaşkınca poşetleri karıştırırken, "Tüm bunları... bunların hepsini hangi akla hizmet aldın Chaeng?" diye konuştu.
"Çok açım ve canım hepsinden yemek istedi."
Poşetleri karıştırmayı bırakıp bana döndü. "Başka misafirlerimiz olduğunu ve unuttuğumu sandım. En son diyet yapıyordun."
"Tüm bunlar için kahvaltı bile etmedim. Saat akşam 8 ve ben seni tam olarak üç tane görüyorum," derken parmaklarımla dördü gösterdim. O kadar kötü durumda sayılmazdım, aç kaldığım günlerin haddi hesabı yoktu bu yüzden bünyem açlığa alışıktı.
Bir elime bir bana bakarak güldüğünde başını iki yana salladı. Hafif nemli saçlarıyla, gülerken utandığı için bakışlarını önüne eğen Jungkook şu an gözüme aşırı tapılası görünüyordu. Hoş kokusu yemek kokularını bastırıp burnuma ulaşırken bu pozisyonda saatlerce durup onu izleyebileceğimi fark etmiştim. Yemin ederim; gıkım bile çıkmaz, hiç itirazım olmazdı. Gerçi benim yerimde olup buna itiraz edecek kimse olduğunu da sanmıyordum ya, o da apayrı bir konuydu.
Elini bana doğru uzatıp, "Haydi kalk da şu aç mideni doyuralım," dedi. Elini tutup doğrulduğumda siyah montumun fermuarını açarak üzerimden çıkardı ve bar masasının köşesine bıraktı. Bar sandalyesinin bir tanesini çekip ben daha ne olduğunu anlayamadan koltuk altlarımdan beni kaldırıp oraya oturttu. Sandalyenin iki yanına ellerini dayarken benden kısa kaldığından başını kaldırıp gözlerini bana dikmişti. "Kendini aç bıraktığın için bu seferlik sana kızmıyorum ama bir daha bunu yapmayacaksın. Söz ver."
Saçlarım iki yanıma dökülmüştü ve onun yüzü dışında başka hiçbir şey görmüyordum. Görebilecek olsam bile kesinlikle başka noktaya odaklanamazdım çünkü çok yakındı. Hayır hayır, fazlasıyla yakındı.
İşaret parmağıyla hafifçe burnuma dokundu. "Şaşkın sincap gibi bana bakmayı bırak ve söz ver."
Başımı sallayıp, "Tamam," dedim. "Söz."
Saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırıp, "Güzel," dedi ve doğruldu. Siyah ince kazağının kollarını sıvarken tezgaha doğru ilerledi. Kızaran yanaklarımı gizleme isteğiyle dolduğumda ellerimi yanaklarıma bastırıp dirseklerimi masaya yasladım. Benim de üzerimde siyah hırkam ve içine giydiğim siyah kısa kollu tişörtüm vardı. Onun siyah eşofman altına karşı siyah taytım bizi ne kadar da uyumlu yapıyordu! Yine de kendimi onun yanında paspal hissetmeme sebep olan kendinden emin dik duruşu beni her zaman etkiliyordu.
Önündeki ilk poşeti açıp içinden bir kutu çıkardığında içinde ne olduğunu anlamak için bir süre kutuyu inceledi. Hiç es geçmeden bunu birkaç tanesinde daha tekrarladığında kıkırdadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
behind lights ღ rosékook
FanfictionKeşke sana hak ettiğin her şeyi verebilseydim. Park Chaeyoung ღ Jeon Jungkook 20.07.19