12. Bölüm ||Sen Misin? ||

186 31 4
                                    

"Evet?"  dedim.

Birkaç saniye öyle sessizce karşı taraftan bir ses bir cevap gelmesini bekledim. Ama gelmedi...
Bu içimdeki merak duygusunu artırırken, endişeyi de beraberinde getirdi...

"Kimsin sen?"  dedim, saf ciddi bir ses tonu ile.
Bir nefes sesi duyabilmiştim. Sadece bu muydu yani? Neden bir cevap alamamıştım? Yoksa sevgili telefon sapığım, utangaç falan mıydı? Belkide gizleniyordur....Ah yok daha neler!
Öfkem damarlarımda dolanmaya başladığında, "Cevap versene! Kimsin?" dedim, durmaksızın.
Bir hırıltı duyduğumda, telefon karşısında her kim var ise derhal aramayı sonlandırdı. Gözlerimi büyüttüm, "Ne!?"
Şaşkınlıkla bir ekrana bir kafamdakilere takılıp kaldım.
Şaşırmamın asıl sebebi telefonu kapatması değilde, çıkan o sesin bir kadına ait olduğuydu...
"Bu da ne demek?" dedim, kendi kendime. Sahi neden bir kadın beni bu şekilde rahatsız edip dursun ki. İyi de erkeğinde bu şekilde  rahatsız etmesi saçma değil mi zaten? Bekle ama bu kadar değil. Şimdi nasıl açıklama bulmam lazım? Ah yapma ama! Sakura...Napacaksın şimdi?
Gerçekten ne yapmam lazımdı? Tekrar aramalı mıydım mesela, üstüne düşmeli miydim?
Yoksa hiç tınlamadan asıl yapmam gerekene mi odaklansaydım?...
Birkaç dakika yürüyerek düşündüğümde, kesin bir karara varıp bu saçma olayı kafamdan atıp asıl çözünüre varması gereken olaya odakladım kendimi...
"Hadi bakalım Sakura. Doğru Emniyete..."

Emniyete vardığımda derince bir nefes çektim. Birkaç saniye göz değdirdikten sonra hiç vakit kaybetmeden direkt içeriye girdim...
Bir polis memuruna olayı anlattıktan sonra iyice bir sorguya çekildim. Tanrıya şükür sorgu odasına çekilmemiştim. Çünkü her an üzerimdeki gerginlik, bocalamama sebep olabilirdi...Ah neyseki güzelce bir hikayemi sürdürüp aynı role bürünerek mükemmel bir şekilde senaryomu sonlandırabilmiştim. Üstelik sıfır bir süphesizlikle. Gerçekten anlatma biçimim efsane ötesiydi. Şahsen karşı tarafta ben olsam, kendime yüzde yüz inanmıştım. Ve şöyle ki, polis memuruda bana sıfır sıkıntısız bir halde inanmışa benziyordu. Ah şahane!
Polis memuru bana usulca bir baktı, neyseki bu şüpheci bir bakış değildi.
"Hmm demek öyle," bakışlarını masaya çevirip, birkaç bişeyle uğraşmaya başladı. Ne olduğunu göremiyordum. Çünkü önümde koskoca monitora benzeyen bir bilgisayar vardı.
Yutkundum. Şuan içim de tuhaf bir his çöküyordu. Ah umarım bocalamam!
Tekrar polis memuru bana döndü, "Ha evet, Yuma Serashi...kayıtlara geçmiş."
Heyecanlı gözlerle baktım. "Ölmemiştir umarım."
Baktı, "Hayır..."
Şaşkın mimiklerim beni ele verdi. Ne!
Ağzım şaşkınlıkla aralandı. "Ne!?"
Ağzımı bir farketmeyle kapadım, "Ciddi misiniz!?"
Polis memuru bakışlarını hafif şaşkınlıkla kıstı, "Neden bu kadar şaşırdınız? "
Hemen kendimi toparladım, "Aa şey ya!..."  Sahte bir tebessümle, "Yaşamasına çok sevindim de!" Aslında bu pek de sahte sayılmazdı. Çünkü gerçekten ama gerçekten içimi bir huzur kaplamıştı. Bir ferahlama basmıştı içimi. Oh be!
Polis memuru birkaç soru daha sorunca, yeterince bilgiye sahip olmadığımı anlayıp, beni daha fazla sorguya çekmeden bıraktı.
"Pekala, eğer aklınıza dün geceye ait birşey daha gelirse uğramayı unutmayın..." Başımı onaylarcasına salladığımda, "Başka birşey yoksa, gidebilirsiniz." dedi. Şükürler olsun!
Hiç yanıt vermeden direkt oturduğum köşeden kalkıp, kapıya yöneldim. Tekrar bir gülümseme sonrası odadan çıkış yaptım. Kapıdan çıkar çıkmaz, içimdeki bütün yükten kurtulduğumu, derin derin nefesler çekerek anladım. Çok müthiş bir şekilde halledebilmiştim gerçekten de! Vay canına Sakura! Dedim, içimden.
Sen neymişsin be,helal olsun! 
Bu kadar iyi gelişmesini beklemiyordum ve ne yazık ki yapamamıştım. Sasukeyi, İtachi denen herifi söyleyememiştim. Onlara dair en ufak birşey bile çıkmamıştı ağzımdan... Belki de bu o kadar da önemli değildi?
Evet, Evet öyle!
Sonuçta ortada bir ölü yoktu.
Çocuk yaşadığına göre, endişe kalktı o zaman!
O anlık sevinçle dolu dolu gülümsedim. "Bu harika!" dedim, sevinçlerimin ardından.
Deli divane gülümserken aynı zamanda içimde kıpır kıpır olmuştu. Şu an üstümdeki bütün ağırlığın kalktığını hissedebiliyordum...
Peki şimdi ne yapmalıydım?
Bir an sevinçlerimin arasından duraksadım, "Ha?"
Zihnimde dolaşan bu soru beni o saniyede esir almıştı sanki. "Hmmm" dedim, derin derin zorla düşünerek. Cidden kendimi zorluyordum. Çünkü bu konuyu kestirip atmak içime sinmiyordu. Tamam çocuğun hayatta olması mükemmel bir haberdi, ama tam olarak sağlık durumunu öğrenememiştim. Belki de hâlâ hayati tehlikesi olabilirdi?
Ah hadi ama!
Acaba cidden çocuk nasıl bir durumdaydı meraklanmaya başlamıştım. İyi olmadığı kesindi. Nihayetinde 3 kurşun yemişti değil mi?... Ah neyseki yaşıyordu, bu bile birşeydi!
Koyu düşüncelerimin ardından,
Aklıma ilk gelen harekette bulundum ve direkt olarak emniyetten de, olay yerine en yakın hastaneye gittim. Ah umarım dün buraya kaldırılmıştır. Demeyi de unutmadım içimden...
İçeriye girer girmez danışman bölümüne yöneldim. "Pardon..."
Danışman kadın bana usulca bir baktıktan sonra kibarca yanıt verdi, "Tabi buyrun, nasıl yardımcı olabilirim?"
Tebessüm ettim, "Yuma Serashi adında bir hasta yatıyor mu bu hastanede acaba, bilgisini verebilir misiniz?" dedim, Kibarlığıma dikkat ederek.
Kadın, bana kısa birer saniyelerce baktıktan sonra, bu seferde bakışlarını önünde duran bilgisayara çevirdi. Tuşlara basıp, hızlıca ismini girdikten sonra, bana bakmadan, "Evet.." dedi. Nefes çektim.
aynı kibarlıkla tekrar bana konuştu, "Siz hastanın nesi oluyorsunuz?"
Yalancı bir mimiklere bürünerek sahte bir gülücük ekledim yüzüme, "Arkadaşıyım...Hangi odada kalıyor, benim onu acil görmem lazım." dedim.
Kadın, bana ufak bir inanmazlıkla baktı. O an içimde hafif bir fırtına koptuğunu hissettim. Ah umarım bu benim mimiğime yansımamıştır!
Dudakları tebessüm ile buluşuncaya kadar,  o an her türlü dualarda bulundum. Huh!
"Aa emin değilim. Doktoru ile görüşün en iyisi siz..."
Gözlerimi arda arda kırpıştırdım. "Nasıl yani? D-durumu iyi dediler bana?"
Kadının yüz mimikler öyle bir hale büründü ki, sanırsın o an yakayı ele verdim!
Gözlerini hafif kuşkuyla kısmış, sanki içindeki şüpheyi sorguluyor gibi bir hali vardı. Başını hafif bana doğru kuşkuyla uzattığında, hemen o ağzını açmadan ben ağzımı açtım. "Ah nesi var arkadaşımın? Neden göremiyorum onu? İyi değil mi durumu? "
Diye bol bol acıtasyon yaptım kadının karşısında. Ama bu bir gerçekti, ciddende durumunu merak ediyordum. Onu görmek içimi bir nebze ferahlatabilirdi... Ah lütfen!
"Kendisi yoğun bakıma alındı, tedavisi hala sürüyor. Sağlık durumu hakkında benim bir bilgi vermem mümkün değil. Doktoru ile konuşsanız daha iyi olur." dedi, danışman kadın. Ve işlerinin yoğun olduğunu, sanki bana yeterince vakit ayırdığını bana gösterircesine önüne döndü, daha sonrada yarım kalan bilgisayar veya belge vesaire işleriyle uğraşmaya başladı.
Ah süper! Daha oda numarasını öğrenemedim!
Usulca mimiklerimi kadına karşı oynattım, Kibarca boğazımı temizledim. "Ee.şey...O-oda numarası?" dedim, kibar kibar.
"2. Kat. 19 numaralı oda." dedi, güler yüzle.
Bende aynı güler yüzle ona teşekkürlerimi sunup, hızlı adımlarla merdivenlere doğru son sürat yürüdüm...
2. Kata geldiğimde adımlarımı kesip yavaş ve düzenli adımlarla 19. Odaya vardım. Kapının tam karşısındaydım. Bir anda içimi tuhaf bir esinti kapladı. Esintiden ziyade heyecan gibiydi...
Derin derin nefesleri çektiğimde ise, daha bir heyecan dalgası kaplamıştı içimi. Ben neden bu kadar heyecanlanmıştım? Tanımadığım, beni tanımayan birini göreceğim diye neden bu denli tuhaf duygu içimi kaplamıştı?
Sanırım tek seçenek şuydu; kendimi nasıl tanıtacaktım ben? Bir arkadaşı değildim. Birbirimizi hiç tanımıyorduk. Bir yabancıya kendimi nasıl tanıtıp açıklayacaktım peki?
"Kimsin?"  dediğinde. Ne diyecektim? "Vurulduğun gece, senin vurulduğunu gören ama hiçbirşey yapmayan. Sonrasında ise seni orda, o halde bırakıp giden." kişi mi dicektim?
Ne dicektim? İşte buydu beni korkutan. Bu soruydu benim zihnimi esir alıpta, içimdeki heyecan dalgasına sebep olan...
Ah Sakura...Nasıl döneceksin buradan?
Tekrar derin bir nefes daha çektim içime rahatlamak için. Bunu yapmam lazımdı. Onu sağ salim görmem şarttı. Yoksa rahat edemezdim.
Bir harekette kapı koluna dokunacaktım ki, kapı açıldı ve içeriden hemşire görünümlü genç bir bayan çıktı.
"Buyrun?" dedi, kuşku ve samimi içeren bir ses tonu ile.
Bakışlarımı kapının aralığına diktim. "Aaaa.." diye, gevelemeye başladım.
Hemşirede benim bakışlarımı yakalayıp, gözlerini aralıklı kapıya çevirdi. Ve sert bir hareketle kapıyı çıktığı gibi kapattı. "Nasıl yardımcı olabilirim?"
Burukça bir tebessüm çıkarabildim anca, "Şey ben içerideki hastayı ziyarete gelmiştim de.." dedim, gözlerine bakarak.
Mimikleri çabucak şekil aldı. Ve yüzünün her yerinde mahçup bir ifade gezindi. ""Imm. İmkanı yok."
Kaşlarımı çattım hafiften, "Niye ki?"
"Şuan hasta ziyareti kabul edilmiyor. Malesef size yardımcı olamam..." dedi, ve düzelerek gitmek için yandan bir hamle yaptı.
Bende bir ayak adımıyla önünü kesmiş oldum, "Nasıl ben şimdi göremeyecek miyim?" dedim, acı acı.
"Dediğim gibi malesef göremezsiniz. Siz en iyisi mi, bi Doktoru ile görüşün. O size daha kesin bir bilgi verir. İyi günler."  dedi, ben cevap vermeden de koridordan uzaklaşıp gitti.
"Hay aksi!" dedim, fısıldarcasına.
Ve durumu kabullenip şuan da en mantıklı girişimde bulundum. Derhal ameliyatı yapan doktorunu bulup onunla görüştüm. Bana anlayabileceğim bir biçimde durumunu anlattı. Dediğine göre kurşunlardan biri sol omzuna gelmiş. Diğerleri ise organlara milimik yakınlıklarda bir yerde çıkarılmış.
Ölümcül bir yerine gelmediği için şanslıymış. Yani en azından doktorun dediği öyle. Ama hâlâ hayati tehlikesini atlatmış değilmiş. Kan kaybı çokmuş mesela, tahmin ettiğim gibi...
Yaklaşık birkaç saatte üst üste 2 tane ameliyat geçirmesi vücudunu yorgun bırakmış. Bu yüzden yoğun bakıma almışlar ve uyanmasını bekliyorlarmış...
Doktor bana bunları teker teker yavaş bir süratle anlattığında ben kendimi onun karşısında kaybetmemekte direniyordum...
Her an Yaptığım o salak hatadan dolayı pişmanlıktan ağlayabilirdim şuracıkta. Ama yapmadım. Çünkü hayatta olması benim için bir mucizeydi. Ve bu beni yeterince avutuyordu. Yine de mutluydum, yine de bir umut vardı değil mi? Herşeyden önemlisi o çocuk dün gece 3 kurşun yemişti. Öldüğünü düşündüğümüz halde, 'düşündüğüm' halde o hayattaydı. Doğrusu bundan daha iyi bir haber alamazdım bugün!
Doktorla iyice bir konuştuktan sonra tekrar kaldığı yoğun bakım odasına gittim. Açık camdan içeriye usulca bir baktım. O an beynimde şok dalgası hissettim. "A-ama.."
Bu surat'da bana tanıdık geliyordu
Bu suratı bir yerde görmüştüm...
Kahretsin! Bu o çocuktu!
Bu o gece, İno'nun evinden deli divane kaçtığımda çarptığım çocuklardan bir diğeri idi...
Kafamda bin bir tane soru dönüyordu. En baskın gelen ise şu soruydu; "Sasuke neden yaptı?"
Sahi, bu çocukla Sasukenin arasındaki bağ neydi? Hatırladığım kadarıyla, tanışıyorlardı..
Beni o gece, ellerinden kurtardığında, yani Sasuke  görünüre girdiğinde, adını söylemişlerdi....
Ah! Yine karman çorman oldu kafamın içi!
"Ciddi olamazsın! Bu ne ya!?" dedim, oflayarak.
Aniden düzeldim, "Bir dakika ya? Peki ya diğeri?..."  o'da hastanelik olmuştu. Birkaç gün önce Naruto'yu aramaya çıktığım gün, diğerinide ambulansda görmüştüm... Onuda mı Sasuke yaptı yoksa?
"İnanamıyorum."

Tekrar bir azimle danışman bölümüne indim. "Merhaba..;"
"Evet?" dedi, Kadın.
Tebessüm ile, "Aaaa şey...Imm. Ben birini daha soracaktım." dedim, mahçup bir surat ifadesiyle.
Kadın, hafif alay dolusu bir mimikle kısa bir gülüş attı, "Başka bir arkadaşınız mı yine?" Dedi, alaya devam ederek.
Onu yok sayarak samimi bir tebessümle, "Eh öyle sayılır..2 gün Önce buraya gece yarısından sonra bir yaralı çocuk geldi mi?"
Kadın, yüzünü buluşturdu, "O kadar çok hasta geliyor ki. Hepsinin günlerini, saatlerini nasıl aklımda tutayım. A-ama adını söyleyin, bakayım bi."
Altdudağımı dişledim, "A-adını tam bilmiyorum..."  dedim, geveleyerek.
"Nasıl?" dedi Kadın, şaşkın ve sorgularcasına.
"Bakın...Bu çocuk o arkadaşımın arkadaşıydı. Ondan sonra, diğerini unutmuşum. Şimdi aklıma geldi, onu görünce. Lütfen yardımcı olun bana. Durumunu ögrenmem lazım. Lütfen.." dedim. Yalvarmıştım resmen.
"Anladım peki. Ama size maalesef yardımcı olamam." Dedi ve işine döndü. Ah! Hadi amaaa!
Yığılmadan devam ettim konuşmaya, "B-bakın...Bi bakın dediğim güne, hastaları teker teker söyleyin bana. Ben gerekirse tek tek bakarım odalara...lütfen...lütfen." dedim duygulu bir tonda.
"Bu şekilde yardımcı olamam ki. Size hastaların listesini ne yazık ki veremem. Her hastanın bilgisini veremem, Yasak. Üzgünüm." dedi. Ah deme!
"Bana bir ayrıcalık yapamaz mısınız? Lütfen." dedim, hüzünlü hüzünlü.
"Malesef." dedi ve önüne, işine döndü.
İç çektim. Niye bilmiyorum ama diğerinede aklım gitmişti. İkisininde hastanelik olması bana mantıklı gelmiyordu...Belki de onun sorumlusuda Sasukeydi...
Ah be Sasuke, sen ne çıktın ya!
Oflayarak danışman bölümünden, çıkışa doğru bir adım attım.
"Bekleyin."
Adımı mı kesip, danışman kadına baktım, "Ha? Bana mı dediniz?"
"Kisa Serashi." dedi, bana bakarak.
Şaşkınlıkla yüzümü buruşturdum.
"Sordunuz ya. O işte Yuma Serashi denilen hastanın akrabası galiba." dedi, önündekini inceleyerek.
"Ne?..."  Bak bunu hiç bilmiyordum!
Soyisimleri bir olduğuna göre kardeş olabilirler mesela?
"Bilmiyor muydunuz?"  dedi, Kadın.
"Bilmiyordum..B-bilmiyordum."  dedim, bocaladığımın verdiği mimiklerle.
"O zaman öldüğünü de bilmiyorsunuz."
Ne!? Ne ölmesi? Şaşkınlıkla kadına bakmayı sürdürdüm. Ânın verdiği şaşkınlıkla kaşlarımı çattım, "Ne ölmesi? N-ne-"
"Kisa Serashi hastaneye geldiği gece hayatını kaybetmiş. Kayıtlara öyle geçmiş. Başınız sagolsun."
Yutkundum. Ve titrek adımlarla hastaneyi terk ettim.
Dışarıya çıkar çıkmaz elimi ağzıma götürdüm,
"Bu kadar da olamaz...H-hayır."
Ölmüş olmasından öte buna onu yapanın Sasuke olma ihtimali idi beni korkutan ve düşündüren.
Yapmış mıydı acaba? Tabi ya birini vuran diğerini mi vurmaz?...
Ne çabuk unuttun Sakura, Eli sihalı gördüğün o Sasukeyi...
Ben bunları kara kara düşünürken, kafam karman çorman birbirine girmiş savaşır bir haldeyken, telefondan gelen bir titreşimle aniden irkildim, "Hah!"
Saniyede elim telefona gitti. Elime aldım ekranı açtım. Bu bir mesajdı. Ah hadi ama... Demiştim ki, mesajı açtığımda gördüğüm mesaj benim o anlık korkumu kesti.

Meraba Sakura. Ben İno
Seni bir yere devat ediyorum. Bizimkilerle bir mekandayız, seninde gelmeni istiyorum. Lütfen gel, konumu atıyorum şimdi bebiş...

"Ha?" İno mu? Bu da ne böyle?
Herşeyi geçtim numaramı nerden buldun acaba?.... Ah her neyse gitsem iyi olur herhalde. Ne kadar şaşırsamda gitmek istiyordum Eglenmek için değilde, daha çok kafa dağıtmak için bu fikri mantıklı bulmuştum. Hem ino samimi biriydi. Gitmekten bir zarar gelmezdi herhalde...
Kafa yormadan, "Tamam" yazdığımda, hemen cevap olarak konumu attı.
Buraya çokta uzak değildi. Yürüyerek gitmeyi kararlaştığımda aslında ne kadar yorgun ve bitkisiz olduğumu farkettim. Ama ne yazık ki çoktan davetini kabul etmiştim. "Ah." diye, içerlendim. Eğer gitmesem ino'ya ayıp etmiş olurdum, gitmek zorundaydım. Belki bu birazcık bana iyi gelebilirdi, Kafamdakileri boşaltmam için...
Yani umarım...

[ UZUN ZAMANDIR BU BÖLÜMÜ YAYINLAMAK İSTİYORDUM. EN SONUNDA YAYINLAYABİLDİM...BU BÖLÜMÜ UMDUĞUMDAN DAHA KISA YAZMIŞIM, BİR SONRAKİ BÖLÜM DAHA UZUN VE GÜZEL OLACAK BÖLÜM HAKKINDA YORUMLARINIZDA YAZARSANIZ SEVİNİRİM...BEGENİRSİNİZ UMARIM 🙏 ]

PSİKOPAT AŞK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin