Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir.Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir. ŞEMS TEBRİZİ
Yaşamı boyunca, hüznün bir an bile eksik olmadığı gözleriyle dans eden üç arkadaşına baktı. Onun dışındaki herkes şarkılar söyleyerek eğleniyorlardı. Mutluydular. Onları seven adamlar, değer veren aileleri vardı. Kendisi gibi yalnızlığın hücresinde hapis değillerdi. Eda, kpss de aldığı yüksek puandan sonra devlet hastanesine atanmış, yakın zamanda çocukluk aşkıyla nişanlanmıştı. Sonbaharda evlenecekti. İpek, kendi memleketine geçtiğimiz yıl sınıf öğretmeni olarak atanmış, yine aynı yıl evlenmişti. İki aylık hamileydi. Gamze ise altı ay kadar önce bankada işe başlamıştı. Evlenmek için üniversiteden olan erkek arkadaşının çalışmaya başlamasını bekliyordu. Kardeşi gibi sevdiği bu üç kız, hem liseden arkadaşlarıydı hem de komşularıydı. Çocuklukları birlikte geçmişti. Gizli saklı kurdukları dostluklarını, özgürce yaşayamasalar bile, aralarındaki bağ çok güçlüydü.
Kendi hayatını düşündüğünde, bulunduğu ortamı terk etmek, nefes alamadığı hapishanesine dönmek istedi fakat yapamadı. Gecenin o saatinde eve dönecek araç bulamazdı. Zaten başına onca olayın geldiği o geceden sonra, ilk defa annesinden gizli saklı dışarıya çıkmıştı. Son bir saattir iki avucunun arasına aldığı, vücut ısısı nedeniyle ılıyan meyve suyundan, midesi bulanarak bir yudum içti. Kendini zorladığı zamanlar hep böyle olurdu. Onun sessizliğine üzülen arkadaşlarından Eda, daha fazla dayanamadı. Yanına gelerek kolundan tuttu. "Hadi Başak, kalk artık. Buraya somurtmaya gelmedik."
Dans etmek bir yana, yerinden kalkmak istemiyordu. Kızların tayin kutlamalarına katılmayı kabul ettiği için kendi kendine kızarak, başını sağa sola salladı. "Sizin keyfinizi kaçırmak istemiyorum ama canım dans etmek istemiyor," dedi. "Hem ben, size gelmek istemediğimi söylemiştim."
Eda daha fazla ısrar etmedi. Bir ay kadar önce bir felaketin eşiğinden dönen arkadaşını anlıyordu. Sadece o değil, hepsi biliyordu korkularını. Onun kendini toparlaması için çabalıyorlardı. Zaten o gece eğlenmek istemekteki amaçları Başak'a moral vermekti fakat başaramamışlardı. Arkadaşının yanına oturan Eda Başak'ın ellerini tuttu."Lütfen kendine işkence etmeyi bırak artık. Sana kimse zarar veremez. Geçti."
Genç kız bulutlanan gözlerine rağmen, yaşların akmaması için direndi. Ufacık bir umut taşımayan yüz ifadesiyle dudakları titrer gibi, belli belirsiz sahte bir tebessüm oluştu yüzünde. "Gerçekten geçti mi?" dedi. Böyle mi düşünüyorsun?"
"Elbette ki geçti. Her şey çok güzel olacak. Hissediyorum."
Eda'nın moral vermek adına söyledikleri, onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Geleceğin karanlıktan ibaret olduğunu görebilmek için, özel bir yeteneğe ya da ilahi bir güce sahip olması gerekmiyordu. Yazgısı belliydi. Değiştirmek imkansızdı.
Saatler gece yarısını geçerken, kızlar kapanmak üzere olan bardan ayrıldılar. Karaisalı'dan Adana'ya İpek'in arabasıyla gelmişlerdi. Önlerinde onları bekleyen ortalama elli kilometre yol vardı. Başak ön koltuğa İpek'in yanına, diğer kızlar arkaya yerleşti. Son üç saattir durmaksızın dans ettikleri için yorulmuşlardı. Adana'yı çıkıp, Kabasakal Mezarlığını geçtikten sonra enerjisi kolay kolay tükenmeyen Gamze, İpek'e seslendi. "Çav Bella'yı açsana bebeem!"
İpek, dikiz aynasından arkaya ters bir bakış attı. "Başlarım senin La case de papeline. Kızım gelirken başımızı şişirdiğin yetmedi mi?"
Gamze'yi kırmak istemeyen İpek, şarkıyı açtığında, hep birlikte eşlik etmeye başladılar. En büyük tutkusu şarkı söylemek olan Başak, onların aksine, her zamanki gibi sessiz kaldı. Zaten sesini duyan sadece, yalnızlığını paylaştığı odasıydı. Kendi ailesi de dahil olmak üzere, kimse bilmezdi, ona huzur veren tek şeyin şarkı söylemek olduğunu. Başını cama yaslayıp, dışarıyı izlemeye başladı. Sözlerini bilmesede, dinlediği parça sanki umutsuzluğu, vedayı anlatırmış gibi en derinine işliyordu. Dolan gözleriyle kızların yüksek sesleri eşliğinde dışarıyı izlerken, yolun kenarında yatan karaltıyı gördü. "Orada birisi var!" dedi panikle.
Gözünü yoldan ayırmayan İpek'de, aynı şeyi görmüştü. Müziği kapatıp, ani fren yaparak arabayı geriye aldı. Gamze ve Eda ne olduğunu sorarken, gördükleri siluetin yanında durdular. Issız yolda ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Yüzü toprağa bakarak yatan bu adam, yaşıyor muydu, yoksa baygın mıydı onu da bilmiyorlardı. İçlerinde en serinkanlı olan Eda, daha fazla dayanamadan arabanın kapısını açtı. Onun cesaretiyle diğerleri de indi. Ay ışığının altında, hep birlikte adamın etrafını sardıklarında, Eda cep telefonunun fenerini açarak, İpek'in eline tutuşturdu. "Ben bakacağım, sen ışığı tut."
Etraflarına bakındılar. Çevrelerinde sadece uçsuz bucaksız tarlalar ve çok uzaklarda ışıkları cılız yanan bir köy vardı. O saatte, yoldan geçen tek bir araba bile yoktu. Korkuya kapılan Gamze, Başak'ın koluna yapışmış halde "Dur!" dedi. "Ya hırsızsa, bize saldırırsa! Burada hepimizi doğrayıp, şuradaki dereye atsa kimsenin ruhu duymaz."
Kendini insanlara yardım etmeye adayan Eda arkadaşının uyarısına aldırmadı. Yerde yatan uzun boylu adamın üzerine eğildi. İpek ışığı tutarken, temkinli davranarak, adamın yönünü kendilerine çevirdi. Yaralı sırt üstü geriye düştüğünde, gördükleri manzarayla irkildiler. Üstü başı kan içerisindeydi. Özellikle başının sağ tarafından akan kan, beyaz gömleğinin yakasını kırmızıya boyamıştı. Başak onun tanıdık simasına bakınca, yüzünde kurumaya başlayan kana rağmen tanımıştı. "Bu o!" dedi.
Kızlar şaşırarak bakışlarını aynı anda Başak'a çevirdiklerinde, soru sorar gibi bakıyorlardı.
"Bu, beni o gece kumar masasından kurtaran adam!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum GÜNAHLAR (Kitap Oldu)
General FictionSevdaları uğruna ateşte dans eden bir kadın ve adamın hikâyesi. Peki, siz aşk için neleri göze alabilirsiniz?