10. Bölüm "HAYATIMIZIN SON GÜNÜ GİBİ YAŞAMAK" part 2

9.7K 1K 300
                                    

GÜNÜN 2. PARTI. KEYİFLE OKUYUN.

Sabah, babasını ve annesini yolcu ettikten sonra Türker'in yanına gitti. İlk defa cesaretini toplayıp, gözlerinin içine bakarak, "Bugün gitmek istediğini biliyorum ama akşam benimle yemek yer misin?" dedi. "Bir tür veda yemeği. Annemin yine nöbeti var. Arkadaşının yerine nöbete kalıyor."

Türker onun bu isteğine şaşırdı. Kısa bir an düşündü. Şüpheyle genç kıza bakarak, "Emin misin?" dedi.

"Hiç olmadığım kadar. Bugün son günümüz öyle değil mi?"

Başak'ın son gün demesiyle Türker'in içinde bir yer sızladı. O da biliyordu bir daha görüşemeyeceklerini. Onu özleyeceğini adı gibi biliyordu. Bu kadar kısa sürede ona bu denli alışabildiğine, inanamıyordu. Dahası bir buçuk ay sonra Avustralya'daki adamla evleneceğini düşünmek, psikolojisini alt üst ediyordu. "Tamam. Yemek teklifini kabul ediyorum," dedi.

Genç kız gülümsedi. "O zaman akşam sekizde seni bekliyor olacağım."

Türker'in meraklı bakışları altında, diğer odaya girip, elinde poşetle geri çıktı. Genç adamın içinde, garip bir şeyler olduğuna dair bir his oluşsada, önemsemedi. Onunla bir gün daha geçirecekti ya, gerisi mühim değildi. Hem halası nasıl olsa ertesi sabah dönecekti.

Akşamüzeri duşunu alan Başak, en güzel elbisesini giydi. Boyu omuzlarında olan saçlarını açıp, göz kalemini ve maskarasını sürdü. Biraz da allıkla yanaklarını renklendirdiğinde, hazırdı. Salona gidip, hazırladığı masada eksik olup olmadığına baktı. Bu akşam her şey kusursuz olmalıydı. Ağabeyinin Türkiye'ye geldiğinde evine sakladığı, özel yapım olan şarap şişelerinden birisini, Türker'i yemeğe davet etmek için gittiğinde, almıştı. Buzdolabını açıp, yeteri kadar soğuk olup, olmadığını kontrol etti. Ardından, annesinin vitrine koyduğu kristal takımın arasından, iki tane kadeh aldı. O an aklına ağabeyinin şarap içerken, beyaz peynir yediği geldi. Koşarak buzdolabına gidip, aldığı peyniri dilimledi. Tabağı masaya yerleştirdiği sırada, kapının tıklatıldığını duydu. Vestiyerin aynasında son kez kendine bakarken, unuttuğu topuklu ayakkabılarını giydi. Şimdi tam anlamıyla hazırdı.

Derin derin nefes aldıktan sonra gülümseyerek kapıyı açtığında, Türker tam karşısında duruyordu. "Hoş geldin."

Genç adam evin kapısına gelene dek gergin olsada, bu gerginlik Başak'ın görüntüsüyle değişti. Kararında yapılan hafif makyajı, saçları, üzerindeki düşük kollu bordo renk elbiseyle sade ve oldukça şık görünüyordu. Küçücük bir değişiklikle adeta bambaşka bir kıza dönüşmüştü. Yalnız olup, olmadıklarından emin olmak için tedirgince içeriye bakarken, Başak, "Bizden başka kimse yok," dedi. Tabii olmayacaktı. Olsaydı, ona böylesi güzel bakıp, içeriye davet edemezdi, öyle değil mi? Gelirken bahçeden kopardığı gülü, arkasında sakladığını hatırlayarak, Başak'a uzattı. "Daha önce hiç çiçek almadığını söylemiştin."

Türker'in küçük jestiyle mutlu olan genç kız, teşekkür edip, misafiri içeriye girebilsin diye yana çekildi. Birlikte salona girdiklerinde, hemen gülü vazoya yerleştirdi. O, çiçeğin olduğu vazoyu yemek yiyecekleri masaya koyarken, ayakta etrafı inceleyen genç adam, iki koltuğun arasındaki sehpaya odaklanmıştı. Daha doğrusu, sehpanın üzerinde duran fotoğrafa yoğunlaşmıştı. Nişan günü çekilen fotoğrafta Başak, nişanlısı ve ailesi vardı. Boynuna takılan kurdeleye tutuşturulan çeyrekler, dirseğine kadar olan bileziklerle mutsuz bir gelin adayı, Türker'in gözlerine bakıyordu. Daha yakından görmek için, çatık kaşlarıyla fotoğrafın çerçevesini eline aldı. Baktıkça daha çok sinirlendi, daha çok öfkelendi. O kadar ki çerçeveyi tutan parmaklarının titrediğini, Başak'ın sesiyle fark etti.

Masum GÜNAHLAR (Kitap Oldu)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin