"Hayatın her anında, bir ayağımız bir peri masalının içinde, diğeri de uçurumun kenarındadır. " PAULO COELHO
***
Herkese iyi geceler. Söz verdiğim gibi bölüm perşembe günün ilk saati sizlerle. keyifle okuyun arkadaşlar. Hazır siz yeni bölümü okurken bende sahura kadar yeni bölümü yazmaya başlayayım.
***
Türker, Başak'ın sorusuna, "Kumar oynama gibi bir bağımlılığım yoktur. Arada öylesine takılıyorum işte," dedi ve bu konu hakkında konuşmak istemediğinden, aklına gelen başka bir soruyu sordu. "Avustralya'da yaşayan ağabeyin, istemediğin birisiyle evlenmene nasıl razı olabiliyor? Yani, eğer benim bir kardeşim olsaydı, hayatta onu mutsuz edecek bir girişimde bulunamazdım."
Başak'ın aklına nişan zamanları gelince, içi bunaldı. Ağabeyi Burak'la o günden beri, bayramlar dışında görüşmemişlerdi. Daha doğrusu telefonlarına cevap vermiyordu. Sadece, annesinin zoruyla iki bayramda da kısa cümleli, güzel temennilerde bulunmuşlardı, o kadar. "Ağabeyim bu evliliğin beni annemden kurtaracağını sanıyor. Ona göre, Türkiye'den gitmem benim için en doğru karar. Tabii ona göre. Aslında bana kıyamaz, üzülmeme dayanamaz ama burada neler yaşadığımı en iyi o bildiğinden, galiba o adamla evlenmemin, annemle yaşamak kadar kötü olmadığını düşünüyor. Hem böylece, daima gözünün önünde olacağım. Niyeti ne kadar iyi olsada, ona çok kırgınım. Çünkü kabul etmeyeceğimi bildiği için bana sormadan önce annemle konuştu."
Genç kızın üzüntüyle ifade ettiklerinden sonra genç adam, oturduğu yerde kıpırdandı. "Anlattıklarına bakılırsa kaderim dediğin bu şeyi, sen çoktan kabullenmişsin," dedi. "Ama unuttuğun bir şey var. Yaşamımız boyunca karşımıza her ne çıkarsa çıksın, umut daima vardır. Sen sadece inanmaktan vazgeçme, yeter."
Başak içinden pes derken, "O kadar anlattığım şeye rağmen, gerçekten hâlâ benim için bir umut olduğunu düşünebiliyor musun?" diye sordu.
Türker, genç kızın gözlerinin derinliklerine baktı. Orada el değmemiş, kötülükle kirlenmemiş, insana huzur veren bir masumiyet vardı. Sanki onun ruhunu görüyor gibi gülümsedi. "Neden olmasın? Hani, seni kurtardığımı söylediğin o gün vardı ya. Tamamen her şeyin bittiğini düşündüğün anda, ben çıkmıştım karşına. Mesele ben ya da başka birisi, fark etmiyor. O gün hiç ummadığın, ümidini yitirdiğin anda, senin için bir ışık belirdi. Ben sadece herhangi bir elçiydim. Sence bu inancını kaybetmemen için yeterli bir sebep değil mi?"
Türker'in umut veren sözlerine karşılık, Başak derin bir sessizliğe gömüldü. Haklı olduğunu biliyordu fakat başına gelen onca şeyden sonra, buna inanmak öyle kolay değildi.
Dakikalarca süren sessizliğin ardından, Türker daha fazla dayanamadı. Boş gözlerle seramik zemine bakan Başak'a, "Sana acıyıp acımadığımı sormuştun ya," dedi.
Onun sesiyle daldığı düşüncelerinden uzaklaşan kız, genç adamın yüzüne baktı. Ne söyleyeceğini merak ediyordu.
"Ben sana acımıyorum Başak. Bence, asıl sen kendine acıyorsun. Yaşadıklarının hiç de kolay olmadığını biliyorum. Belki haklısında. Ama böyle karamsarlığa bürünmen... Yani, böyle teslim olman, sadece kendine acıyan insanların yapabileceği şey."
Duydukları genç kızın o kadar zoruna gitti ki cevap bile veremedi. Çünkü, onun bir kere daha haklı olduğunu biliyordu fakat direnecek gücü yoktu. Tükenmişti artık. Birkaç damla gözyaşı, istemediği halde göz pınarlarından aşağı kaydığında, Türker haddini aştığını anladı. Pişman oldu olmasına ama sözcükler dudaklarından dökülmüştü. Geri alamazdı. "Seni incitmek, isteyeceğim son şey bile değil ama gerçek bu," dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum GÜNAHLAR (Kitap Oldu)
Fiction généraleSevdaları uğruna ateşte dans eden bir kadın ve adamın hikâyesi. Peki, siz aşk için neleri göze alabilirsiniz?