"Bir insanın hayatta yiyebileceği en büyük çelme, kendi yalanının ayağına dolaşmasıdır." Ambose Bierce
Şans, o gün ondan yanaydı. Yaralının yanına gitmek için, bahane aramasına gerek kalmamıştı.
Sıradan bir günmüş gibi öğlene kadar evin günlük işlerini yaptı. Aralarda kızlarla yazıştı ve yazışmaları, annesinin görebilme ihtimaline karşı sildi. Bütün bu süre boyunca, aklında hep ardiyedeki adam vardı. Onu düşünmediği tek saniye yoktu. Acaba ateşi çıkmış mıydı? Ağrıları var mıydı? Daha da kötüsü uyanmış olabilir miydi? Tahminlerle, olasılıklarla ve diken üzerinde oturuyormuş gibi geçen vakitten sonra annesinin odasından gelen sesi duydu. Telefonun alarmı çalıyordu. Saçını taramayı bırakıp, kahvaltıyı hazırlamak için mutfağa koştu.
Buzdolabından çıkarttığı kahvaltılıkları masaya yerleştirirken, annesi mutfağa gelip, masaya oturdu. Onun yüzündeki yorgun ifadeyi görebiliyordu. Nöbet dönüşü beş saat uyumak, belli ki yeterli gelmemişti.
Yorum yapmadan çayı bardağa doldurdu. İkisi de konuşmuyordu. Sessizliği bozan ise annesinin sözleri oldu. "Sana daha kaç defa şu saçlarını topla diyeceğim."
Açık bıraktığı saçlarını, bileğine taktığı lastik tokayla topladı. "Özür dilerim."
Yirmi dört yaşındaydı. O güne kadar sadece taramak için saçlarını açar sonra tekrar toplardı. Hep merak etmişti. Annesinin saçlarıyla alıp veremediği neydi? Bunun sebebini bilmek isterdi ancak sormaya cesaret edemezdi.
"Ne pişiriyorsun?"
Annesinin sorusuyla bakışlarını ocakta kaynayan tencereye çevirdi. "Midemi üşütmüşüm. Kendime şehriye çorbası yaptım."
Kadın cevap vermedi. Karnını doyurup, formasını giymek için odasına gitti.
Başak eli yüreğinde, annesinin gitmesini bekliyordu. O kapıdan çıkınca, mutfağın penceresine koştu. Perdeyi aralayıp, gözden kayboluncaya kadar arkasından baktı.
Gittiğinden emin olduğunda, büyük bir kaseye çorba koyup, yanına bir parça ekmek aldı. Tepsiyle birlikte ardiye olarak kullanılan odaya gittiğinde, kapıyı açmadan önce nefesini tuttu. İçeride onu ne bekliyordu, bilmiyordu. Çekinceleri vardı, korkuyordu.
Birkaç dakika bekleyişin ardından, cesaretini toplayarak içeriye girdi. Yaralı adam, sabah bıraktığı gibi yatıyordu. Elindeki tepsiyi yere bırakıp, yanına yaklaştı. O an sayıkladığını duydu. "Bunu yapamam," diyordu sürekli. Sonra alnında biriken terlerin, şakaklarından aktığını fark etti. Yüzü, kırmızının en koyu rengiydi. Ateşi yükselmişti. Bunu anlamak için ne ona dokunmak gerekiyordu, ne de vücut ısısını ölçmek. Hemen Eda'yı aradı.
Beş dakika içerisinde önce Eda sonra haberi alan diğer kızlar, teker teker geldiler. Başak suçluluk duygusuyla bir köşede onları izlerken, arkadaşları, ağrı kesici ve ateş düşürücü bir ilacı adama içirdiler. Eda, neredeyse ağlamak üzere olan Başak'a seslendi. "Ağabeyinin kıyafetlerinden varsa getirsene, terden sırılsıklam olmuş."
Genç kız diğer odaya koştu. Annesi, ağabeyi Avusturalya'ya yerleştikten sonra sadece mobilyaları değil, kalan giysilerinide bir hurcun içine yerleştirip, bulundukları binaya taşıtmıştı. Aslında, onlar burayı ardiye olarak kullansa bile, normalde iki odalı, küçük bir evdi. Eğer ağabeyi yurt dışına gitmek yerine, bulundukları ilçeden birisiyle evlenseydi, eşiyle burada yaşayacaklardı. O nedenle yaptırılmıştı.
Başak bulduğu pijama takımıyla geri döndüğünde, genç adamın üzerindeki örtüyü açtılar. Vücudu yara bere içerisinde olmasına rağmen, kusursuz görünüyordu. Genç kızın yanaklarını ateş basarken, Gamze gülmeye başladı. "Kitaplarda anlatılan, şu adonisli erkekleri hep merak etmişimdir," dedi. "Abi bizimkiler erkekse bu ne yahu? Sanırım bu bebe, gününün yarısını spor salonlarında falan geçiriyor olmalı. Baksanıza, herifte kusur namına bir şey yok."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Masum GÜNAHLAR (Kitap Oldu)
General FictionSevdaları uğruna ateşte dans eden bir kadın ve adamın hikâyesi. Peki, siz aşk için neleri göze alabilirsiniz?