Cihan'ın arabasıyla yolculuk yaparken, Damla çevreyi seyrediyordu. Nedense Cihan'a bakmaya çekiniyordu. Onun, esmer teni, ciddi bakışları, sert yüz hatları ürkütüyordu. Hem de yanlış anlaşılırım diye düşünüyordu. Cihan'ın sesiyle irkildi.
- Saat 3 olmuş. Bir yerde yemek yiyelim mi Damla.
- Teşekkürler, ama gerek yok.
Cihan, Damla'yı duymamış gibi davrandı.
- Çok güzel bir yer biliyorum. Sessiz, sakin ve lezzetli... İtiraz kabul etmem. Söyle bakalım ne yemek istersin? Et, balık, tavuk.
- Peynir. Peynir yemek isterim.
- Peynir mi? Nasıl yani?
- Ben peynir severim, her çeşidini yerim sadece küflü peynir yemem...
- Küflü peynir mi? Küflenmiş şeyi kim yer ki?
Peynirle başlayan sohbet; sevilen kahvaltılıklar, içecekler, nerede ne yenir diyerek devam etti. Duyanları şaşırtacak kadar hoşsohbet ederken Cihan, bir kır lokantasının önünde arabayı durdurdu. Haftaiçi olmasının da etkisiyle sadece birkaç masa doluydu. Arabadan inip kır havasını içlerine çektiler. Daha sonra Cihan'ın yol göstermesi ile küçük derenin yanındaki masaya oturdular. Yanlarına 20 yaşlarında bir delikanlı geldi.
- Cihan ağbi hoş geldin. Sizde hoşgeldiniz abla.
- Hoşbulduk Ali, nasılsın?
- İyiyim Cihan ağbi. Ne yemek istersiniz, ne yaptırayım size?
- Ablan peynir seviyormuş Ali. En iyisi sen bize köy kahvaltısı hazırlat.
- Ağbi sıcak çorbam var ister misiniz?
- Yok Ali, kahvaltının yanında bir semaver çay getir bize, yeter.
Masanın kahvaltılık malzeme ile donatılmasının ardından sıcak çaylarından birer yudum aldılar. Cihan ne söylesem de muhabbet açsam diye düşünüyorken, aklına peynir geldi.
- Damla, peynirleri beğendin mi?
- Çok güzel, mis gibi süt kokuyor hepsi. Buraya getirdiğin için teşekkür ederim.
- Neden tedirginsin Damla? Sanki diken üstündeymiş gibi oturuyorsun. Zoraki yiyorsun.
Damla, elindeki çatalı tabağına bıraktı. Cihan'ın kara gözlerine baktı.
- Böyle bir şey nasıl söylenir bilmiyorum ama, Bahadır'ın arkadaş grubundan kimse ile görüşmek, konuşmak istemiyorum. Bu yüzden seninle gelmek istemedim.
- Neden böyle düşündün ki? Bahadır bir tepki verir diye mi? Yoksa hala ona aşık mısın?
- Bilge biri demiş ki; sizi üzen kişileri hayatınızdan çıkarın ki, huzurlu bir yaşamınız olsun. Bende bunu yapıyorum.
- Seni anlıyorum. Ama bu anlayış, seni tanıma isteğimi engellemiyor.
- Beni tanıman sana ne kazandırır ki?
- Seni kazandırır Damla. Bahadır ile tanışıklığı olan herkese karşı tavır almanı da anlıyorum.
- Hayır anlamıyorsun. Anlayamazsın. Onunla birlikte çevresindeki herkes, beni aldattı. Bir yalana ortak olup alkış tuttular. 4 ay boyunca onlarla beraberdim. Aynı masada yemek yedim, beraber gülüp eğlendim. Sevdim, inandım, güvendim. Ne yazık ki, onlar beni ve ailemi tanıma zahmetine bile girmediler. Sadece Aslı...
Sinirle söylenen Damla, hızla ayağa kalktı.
- Kusura bakma sana patladım. Bu sitemin muhatabı sen değilsin.
- Lütfen otur Damla. Esas sen kusura bakma, geçmişi deşip seni üzdüm. Hadi bir şeyler ye, çok az yedin.
- Sağol ama yiyemem.
- Neden? Beğendiğini söylemiştin.
- Üzüldüğüm veya sinirlendiğim zaman mideme bir taş oturuyor, hiçbir şey yiyemiyorum. Zorlarsam da kusuyorum.
- O zaman kahve içelim. Közde türk kahvesi çok güzel oluyor.
- Tamam içelim bakalım.
Cihan, Damla'yı sakinleştirip oturmasını sağladı. Bahadır'a ve arkadaşlarına içinden sövüp duruyordu. Bu masum güzelliği ne kadar çok üzmüşlerdi. Oysa gözlerine bakmayı bilen herkes onun pırlanta gibi parlayan ruhunu-kalbini görebilirdi.
Kahveler bitene kadar suya sabuna dokunmadan sohbet ettiler. Eve doğru yola koyulduklarında Damla'ya ağırlık çöktü. Arabanın sallantısı uykusunu getirince daha fazla direnemeyip uykuya daldı.
Cihan uyuyan Damla'yı seyretmeye doyamadı. Boynunun tutulacağını düşünerek uyandırmak için yüzünü okşayarak seslendi.
- Damla, Damla uyan. Eve geldik. Hadi canım uyan.
Gözlerini kırpıştırarak açan Damla, kendine seslenen Cihan'a sanki onu ilk kez görüyormuş gibi şaşkınca baktı. Sonra kendini toparladı.
- Kusura bakma Cihan, uyuya kalmışım.
- Çok yorgun olmalısın. Hadi akşam yemeğine kadar odanda dinlen.
- Farkında değilim ama yorulmuşum. Getirdiğin için teşekkürler. Dediğin gibi akşam yemeğine kadar dinleneyim.
İki katlı, müstakil ev karşılarında duruyordu. Büyük bahçenin bir kısmı çocuk parkına, bir kısmı çiçeklere ayrılmıştı. Evin yardımcısı Ayşen abla, odasını gösterirken o kadar sıcak davrandı ki, Damla sanki her zaman geliyormuş gibi hissetti. Üstünü değiştirip yatağına uzandı ve anında uykuya daldı. Gözlerini açtığında kendini dinç hissediyordu. Saate baktığında 19.35 olduğunu görünce hazırlanıp aşağı kata indi. Hangi yöne gideceğini düşünürken Cihan'ın sesini duydu. Sesi takip ettiğinde büyük ve rahat eşyalarla döşenmiş bir salonda buldu kendini.
- Merhaba Damla, nasılsın?
- İyiyim Cihan, uyumak çok iyi geldi. Sen nasılsın?
- Sana bahsettiğim işlerin bir kısmını bitirdim. Rahatladım doğrusu.
- Sende işi bitmeyince huzursuz olanlardan mısın?
- Evet. Aklım, yarım kalan işe takılı kalır. Mutlaka bir sonuca bağlamalıyım.
- Benimde aklım, Aslı ve Buse'de kaldı.
- Fırat'la konuştum, Buse'nin ateşi düşmüş. Aslı da biraz dinlenmiş. Hadi yemeğe başlayalım çok acıktım.
Yemekten sonra çay içmek için camla kaplı verandaya çıktılar. Cihan ısıtıcıları açtığı için içerisi sıcaktı. Bu arada Damla iplerini ve tığını almış, yeni bir bebek örmeye başlamıştı. Bu bebeği Buse'ye benzetecekti. Buse'yi evdeki fotoğraflardan görmüştü. Siyah saçlı mavi gözlü çok güzel bir bebekti Buse. "Acaba bizim çocuğumuz nasıl olurdu? Kime benzerdi?" diye kısa bir an düşündü. Sonra her zaman ki kendini avutma taktiğine başvurdu. "Düşünme, asla bu konuyu düşünme"
- O iplerle ne yapıyorsun Damla?
- Bebek örüyorum Cihan. Buse'ye benzetmeye çalışacağım.
- Babaannem ve anneannemden sonra gördüğüm el işi yapan ilk kadınsın. Nasıl bebekler yapıyorsun merak ettim.
- Cep telefonumdan sana daha önce ördüğüm bebeklerimin fotoğraflarını göstereyim.
Cihan tekli koltuktan kalkıp, Damla'nın yanına oturdu. Kafa kafaya vermiş bebeklerin fotoğraflarına bakarken Damla onları kimler için yaptığını anlatıyor, Cihan ise Damla'nın şeker kokusunu içine çekerken ağzının suyu akmasın diye kendini tutuyordu.
- Merhaba Damla, iyi akşamlar Cihan.
Ortama bomba gibi düşen sesle, Damla başını kaldırdığında gözlerine inanamadı. Bahadır karşısındaydı. Elleri takım elbisesinin ceplerinde, dimdik durarak gözlerinin içine bakıyordu. Damla'nın elleri titredi, nefesi tıkandı, tüyleri diken diken oldu. Onu görmemek için evini, şehrini, işini değiştirmiş, magazin adı altında yayınlanan hiçbir şeye ilgi göstermemişti. Şimdi ise elini uzatsa tutacak kadar yakınındaydı. Cihan'da Bahadır'ın gelişi ile gerilmişti. Hele Damla'daki değişiklikleri görünce iyice sinirlendi.
- Sana da iyi akşamlar Bahadır. Sen buraya uğramazdın. Hayırdır?
- Damla'yı görmeye geldim Cihan.
- Neden?
- Bu ikimizin arasında Cihan, seni ilgilendiren bir durum yok.
Damla, iki adam arasındaki diyalogu duymadı. Kendini dış dünyaya kapatmış, geçmişte yaşadıkları film gibi gözlerinin önünden geçiyorken, sırtından vurulmuş gibi hissediyordu. Cihan, Damla'nın sessizliği üzerine yüzüne baktı. Kızın bembeyaz olmuş yüzü, gözlerinin sabit bakışı endişelenmesine sebep oldu.
- Damla, Damla iyi misin? Bana bak Damla...
Bahadır da hızla Damla'nın diğer yanına oturup elini tutmaya çalışırken, Damla birden ayağa kalktı.
- Sakın bana dokunma Bahadır.
- Tamam Damla, dokunmuyorum. Ama seninle konuşmak istiyorum. Lütfen...
- Seninle konuşacak hiçbir şeyimiz yok. Dön arkanı ve git Bahadır. Daha önce gittiğin gibi.
- Konuşmadan gitmem. Lütfen Damla...
- Sen istediğin kadar konuş ama benim seni dinlemeye hiç niyetim yok. Çünkü benim için sen yoksun.
Hızla odasına giderken gözyaşlarından önünü zor görüyordu. Hissettiği en güçlü duygu acıydı. İhanetin acısı. Sanki kör bir bıçak kapanmış yarasının kabuğunu kazıyordu. "Düşünme, umursama, önemseme, dünyada daha kötü şeyler var. Düşünme."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SON PİŞMANLIK
RomanceNikah memuru gelip mikrofonu eline aldı. - Tüm misafirler, hoşgeldiniz. Burada Akhan ve Demirci ailelerinin mutlu gününe şahit olmak için bulunuyoruz. Gelin hanım adınız soyadınız? - Damla Akhan. - Damat bey adınız soyadınız? - Bahadır Demirci. - Sa...