~8~

4K 469 105
                                    


Karşımda duran adam bana kendisini Joseon Prensi Jungkook olarak tanıttığında aldığım nefes boğazıma takılı kalmış ve genzimi yakmıştı. Öksürmeye başladığımda yanındaki muhafızın elinden ki suyu alıp bana uzatmıştı. Hızla elinden suyu alıp içerken her yudumda rahatladığımı hissettim.

İçimden o gerçekten Jungkook mu diye düşünmeden de edemedim.
Asla böyle birini beklemiyordum.
O fazlasıyla yakışıklıydı.

İri vücudu, uzun kahve rengi saçları, minik burnu ve alt dudağına göre daha küçük olan üst dudağı... Hepsi Tanrı tarafından özenle çizilmiş bir tablo gibiydi.

Ve bu tablodan etkilenmemek mümkün değildi.

Öksürüğümü kontrol altına aldığımda Prens Jungkook'a bakarak elimdeki suyu yanındaki muhafıza uzattım.
"Teşekkür ederim..." etrafıma kısaca göz attım. Her yer cesetlerle doluydu. Ve bu görüntü gözlerimin tekrardan dolmasına neden oldu. "Yardımınız için de çok teşekkür ederim." az öncekine nazaran daha kısık çıkmıştı sesim. Bir süre bakışlarını yüzümde hissettim ama inatla ona bakmamaya çalıştım. Tuhaf hissediyordum. Boğazını temizleyip arkasındaki muhafızlarına seslendi.
"General Yoo siz cesetlerle ilgilenin. Wang So sen de Prens Yoon Gi'yi yakınlardaki kulübeye taşı."

Yağmur yavaş yavaş yağmaya başladığında başımı kaldırıp kapkara bulutlara baktım. Hava oldukça soğuktu ve bu Yoon Gi için hiç iyi değildi.

Hayatta kalan tek muhafızıma eşyalarımızı alıp Yoon Gi ile gitmesini söylemiştim. O emrime uyup atıyla uzaklaştığında derin bir nefes alıp ileride General ile konuşan Prens Jungkook'a baktım. Bakışlarımı hissetmiş olacak ki arkasını döndü ve böylece anında gözleri gözlerimi buldu. Yakalanmamın verdiği utançla başımı önüme eğip ayağımın altındaki taşa vurmaya başladım.

Şimdi ne olacaktı hiçbir fikrim yoktu. Bir an önce bu gergin ortamdan çıkmak istiyordum.

"Yağmur şiddetini arttırmadan gitmemiz gerekiyor Prenses Chae Young." Prens Jungkook'un sesini duyduğumda daldığım düşüncelerden sıyrılıp başımı salladım.
"Nereye gidiyoruz?" biraz utanç ve biraz da merakla sorduğum soruya atını severken cevap verdi.
"Bu yağmurda yola devam edemeyiz. Bahsettiğim kulübeye gidiyoruz Prenses ." başımı sallayıp onu onayladığımda atımı getiren muhafıza teşekkür ettim.

Ata tek başıma binmeye çalıştığımda başarısız olmuştum. Yan tarafımdan gelen oflama sesiyle kendime lanet ettim.

Çok güzel Chae Young, daha evlenmeden çocuğu bezdirdin.

"Atla gitmek istediğinize emin misiniz? Tahtırevana binmeniz sizin için daha i-"
sözünü kesip kesin bir dille reddettim onu.
"Hayır Prens Jungkook. Atla gitmek istiyorum."
Bir süre sustuktan sonra ellerini bana uzattı. Ben eline anlamsızca bakarken kendini açıklamaya başladı.
"Peki, nasıl isterseniz Prenses. Size yardım edeyim."

Cevap vermemi beklemeden koltuk altlarımdan tutup beni havaya kaldırdı. Bu ani hereketiyle ellerim refleksle omuzlarını bulmuştu. Göz teması kurmadan beni ata bindirdiğinde ellerimi omuzlarından çektim.

"Teşekkür ederim." ani hareketine karşılık şaşkın yüz ifademi umursamadan tek hamlede atına binip önden gitti. Bana ise onu takip etmek düştü. Yağmur gittikçe arttığı için Prens Jungkook hızlanmıştı.
"Daha hızlı olmalısınız Prenses Chae Young."
Görmeyeceğini bilsemde başımı sallayıp elimdeki şeritleri çektim. Bu sayede atım dahada hızlanmış hatta koşmaya başlamıştı.

Kendimi bildim bileli ata binmeyi, kılıç tutmayı her zaman sevmişimdir. Lakin saray kuralları yüzünden sevdiğim şeylerden daima mahrum kalıyordum. Sarayda zaman geçirmek için bir çok şeye katıldım. Dikiş-nakış, güzel kokulu sabun yapımı, şifalı bitkiler, merhem yapımı ve daha nicesi ama hiçbiri bana kılıç tutmak kadar iyi hissettirmiyordu. Ya da at üzerindeyken hissettiğim özgürlüğü vermiyordu.
Bazen keşke bir prenses olarak değil de sıradan bir insan olarak doğsaydım diye düşünmeden edemiyorum.

kingdom of joseon, rskHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin