3-YÖREOĞLU

74 6 0
                                    

Tam olarak bulunduğum ortamı anlatmam gerekirse;
Bir arabanın içinde,şöför koltuğunun yanında ki koltukta oturan dedem arka koltukta ben ve benim yanımda iki saatlik yolculuğu bana zehir eden,adının Agâh olduğunu öğrendiğim odundan yontma adam vardı.
Şuan neden mi aynı arabadayız?
Dedem ve bu sinir bozucu adam havaalanının önünde uzun uzun  sarılmış,hal hatır sormuşlardı.
En sonunda dedem şaşkın bakışlarımı farketmiş olacak ki " Aile dostumuz,Agâh"diyerek basitçe tanıştırmıştı bizi.Agâh her ne kadar arabasının burada olduğunu kendisi gidebileceğini söylesede dedem büyük ısrarlarla onu ikna etmiş ve Agâh benim sert bakışlarım eşliğinde gülümseyip bunu kabul etmişti.

Tam olarak kaç milyonuncu kez attığımı bilmediğim  sert bakışlarımı tekrar yanımda oturan adamın yüzüne diktim.Cama dönük yüzünü bana çevirip gözlerime baktı.Gözlerinde ki duyguyu anlamamıştım.
Boş bakıyor salak.
Tek kaşını kaldırıp gözlerimin içine bakmaya devam etti.Çatılmış kaşlarımın altındaki gözlerimin öfkemi belli edeceğine inanarak bende  bakmaya devam ettim.Biz bu şekilde birbirimize bakarken dedemin;
"Ee Agâh oğlum hangi rüzgar attı seni  buralara" demesiyle yaramazlık yaparken annesine yakalanmış çocuklar gibi hızla önümüze döndük.
Agâh dikiz aynasından dedeme bakıp;
"Artık memlekete dönmenin vakti gelmişti Halis amca" deyip devam etti.
"Amerika'nın tadı tuzu kalmadı benim için.Okulda bitti." Dedem dikiz aynasında ki bakışlarını çekip kafasını arkaya doğru uzatıp Agâh'a baktı.
"Buraya gelmende olayların payı da var mı?"
Agâh'ın kaşları çatılmış bakışları sertleşmişti.
"Elbette var." dedi yalnızca.
Bakışlarım Agâh ve dedem üzerinde gidip geliyordu.
Dedemin ve Agâh'ın bir anda ciddileşen konuşmaları ile arabanın içinde soğuk rüzgarlar esmeye başlamış tı.Anlamayamadığım konuşmayı dinlemeyi bırakıp en son 8 sene önce geldiğim babamın memleketini izlemeye başladım.
Buram buram tarih koktuğunu hatırladığım bu şehir, tıpkı diğer şehirler gibi çarpıklaşmaya başlamış.
Arabanın küçücük camından izlediğim bu caddelerin,sokakların ve binaların hala kaybetmediği bir ruhu olduğuna da inanmaya çalışıyordum.
Sevgili Antep,dilerim bana iyi gelirsin...

***

Konağın önüne geldiğimizde yanımda oturan adamın yüzüne bakmadan hemen indim arabadan.
Kapıyı kapattığımda konağın karşısında beni bekleyen babaannemi gördüğümde gözlerim istemsizce dolmuştu.Ne kadar vefasız bir torundum ben.Ailemin isteği ve benim onayımla bencilce düşünerek gelmiştim buraya.Babam her ne kadar ailesi ile konuşmuyor olsa da,babasını ve annesini asla torunlarından mahrum bırakmamış,çocukluğumuzda bizi her yaz buraya göndermişti.Fakat ben 16 yaşından beri yaz tatillerimi bu tatlı yaşlı çift ile geçirmek yerine arkadaşlarımla bir yerlere gitmeyi tercih etmiştim.Üstelik bayramdan bayrama arıyordum.En son düğünümden iki hafta önce aramış benim için gelip gelemiyeceklerini sormuştum.Dedem o ortama girmek istemediğini söylemiş ve en yakın zamanda damat ile beraber beni Antep'e davet etmişti.
Damat ile beklediği yere ben yalnız başıma,aldatılmış olarak ve sadece kaçmak için gelmiştim.
Koşarak bana sevgiyle bakan babaannemin boynuna atladım.Bu lavanta kokulu huzur veren kadını özlemiştim.
"Oy benim zeytin gözlüm.Hoşgeldin"
"Babaanneciğim" daha sıkı sarılarak.
"Ay nasıl özlemişim seni Esma sultan"
Yavaşça geri çekilip çoktan dolmuş gözlerine batım.Ellerimi yanaklarına koyup maksimum bir sevimlilikle.
"Hadi ama ağlama" babaannem buruk bir şekilde gülümseyip arabanın durduğu yere baktı.Gözleri Agâh'la buluşunca heyecanla;
"Agâh! Sen misin oğlum" Agâh gülümseyerek babaanneme yaklaşırken
"Benim Esma teyzem"deyip yanımıza kadar gelip babaannemin önünde durdu.Bana sinsi bir bakıp atıp,eğilip babaannemin eline uzanıp öptü.
Babaannem ve peşimizden gelen dedemin Agâh ile sevecen konuşmalarını dinlerken pabucumun dama atıldığını düşünerek dudağımı büzdüm.İnsan bu kadar ukala ve gıcık bir adamı nasıl sevebilir ya.
Bak bak birde nasıl rol kesiyor hasbam!

***

Konağın uzun merdivenlerinden yukarıya çıkıyorduk.Dedem önden gidiyor ben ise babaannemin koluna girmiş kardeşlerimden bahsederek  onu takip ediyorduk.
Konak hala hatırladığım gibiydi.
Avluda ki  kocaman fıskiyeleri,uzun taş merdivenleri, krem rengine çalan duvarları ile bir ruhu olduğunu hatırlatıyordu insana.
Merdivenlerin sonunda yine büyük bir avluyu andıran tarihi motifler ile döşenmiş yer minderlerinin bulunduğu balkona doğru geçip oturduk.
Babaannem ile tatlı tatlı sohbet ederken dedem;
"Baban nasıl Süheyla?"babaanneme dönük olan kafamı yavaşça dedeme çevirdim.Sesinde ki buruk tını ile yüzümde ki gülümseme azalmıştı.
"İyi dedecim.Aynı Hakan Işıklı işte."
Dedem başını hafifçe sallayarak.
"Aynı aynı ,hep aynı" sesinde ki çaresizlik canımı sıkmıştı.Bir insan nasıl olurda bunca zaman babasıyla konuşmazdı aklım almıyordu.Dedemin yüzünde ki hüznü izlemeye dayanamayarak babaanneme döndüm,ağlamak üzere olan gözlerine bakıp gülümsedim.Her zaman yaptığım şeyi yapıp konuyu değiştirdim.
"Dede.Kimdi bu arabada ki adam?"duraksadım sanki hatırlamaya çalışıyormuş gibi kaşlarımı çatıp "Agâh mı ne?" diye ekledim. Bu ismi unutmam ne mümkün.
Dedem yüzünde ki hüznü silip gülümsedi.
"'Yöreoğullarını' bildin mi kızım."
Gözlerimi kısıp kaşlarımı iyice çatarak tanıdık gelen bu soyismi düşünmeye başladım.Bir anda aklıma gelen şey ile hayretler içinde dedeme dönüp.
"Babamın 'İki dünya bir araya gelse iş yapmayacağım tek aile' dediği Yöreoğulları mı?" dedem evet anlamında başını sallayıp.
"Heh işte onlar.Agâh da Cengiz Yöreoğlu'nun küçük oğlu" kaşlarımı kaldırmış hayretle dedemi dinliyorum.Babamın düşman olduğu bu aile ile dedem nasıl böyle dosttu.Yıllardır konuşmama sebepleri bu aile olabilirmiydi?
Dedem kafamda dolanan soruları hissetmiş olacak ki.
"Hikaye uzun kızım ömrüm yeterse bir gün anlatırım" söylediğinin üzerine konuyu kapatmış havadan sudan konuşmaya devam etmiştik.Abim dedemleri uyarmış olsa gerek düğünle ilgili hiç soru sormamışlardı.Hoş sorsalar ne olacaktı, ne diyecektim ki.

Günün geri kalanında yemek yemiş,konağı gezmiş,temiz havanın tadını çıkarmıştık ve şimdi de benim için hazırlanmış odaya geçip biraz dinlenmeye karar vermiştim.
Uzandığım yatağın yanındaki komidinin kenarında duran çantamı alıp içinden yaklaşık 36 saattir hiç açmadığım telefonu mu çıkardım.Telefonun açılmasını beklerken acaba yine aramış mıdır Kemal diye düşünüyordum içten içe.Onu hala sevdiğimi hissediyordum ama sesini duymayı dahi midem kaldırmazdı.
Telefondan gelen bildirim sesi ile tavana diktiğim gözlerimi ekrana çevirdim.
Bir sürü mesaj vardı  bildirim kutusunda,ama ben aralarından tek bir tanesine takılmıştım.Gelen mesaja girip sesli bir şekilde okudum.
-Merhaba!Ben Agâh Yöreoğlu.Bugün için üzgünüm.Telafi etmek isterim.
Nereden bulmuş bu adam benim numara mı?
Diğer hiç bir bildirime bakmadan telefonun ekranını kapatıp komidinin üzerine koyarken;
"Benden uzak durarak telafi edebilirsin" diye söylendim kendi kendime.

SÜHEYLAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin