"Merih, yere atıp durma şunları bıktım." Milyon kez yapma dememe rağmen Merih ayağındaki çorapları top yapıp salona fırlattı. "Ahırda mı büyüdün sen?"
"Yoo," Elindeki sodayı yere bıraktı. "Seninle biraz Karamürsel'de, biraz İstanbul'da, biraz da Portekiz'de. Portekiz demişken oradaki evimizi hatırlıyor musun?"
"Unuttum, hatırlamıyorum."
"Hani deniz kenarındaydı. Ne zaman boş vaktimiz olsa denize girerdik. Sen çabuk alışmıştın oraya. Nasıl mutluydun. Nasıl unutursun?"
"Sen Şubat ayında nasıl unuttuysan beni öyle unuttum."
"Off," Ellerini kısa saçlarından geçirdi. "Sen hala orada mısın?"
"Ben hiçbir yerde değilim ama sen evimdesin. Ne zaman gideceksin?"
"Bilmem umurunda mı bilmiyorum ama dışarıda devam eden bir virüs var, İtalya gerçekten kötü durumda."
"Farkındayım ama gelip evime yerleşmek zorunda değildin! Şuna bak iki aydır seninle bu evde tıkılı kaldım."
"Kötü mü oldu," Koltukta yatmayı bırakıp oturdu ve eliyle iki kez vurdu. "Yan yanayız. Sağlığından eminim."
"Ama ben kendi sağlığımdan emin değilim ya. Özellikle de ruh sağlığımdan."
"Niye? Neyin var, bana her şeyi anlatabilirsin. Biliyorsun, ben senin," Sustu. Konuşmasına izin vermeden yanından hızlıca kalktım.
"Asıl ben senin Merih, yüzsüz. Önce elin karısıyla beni aldat, sonra terk et, sonra Nisan ben sakatlandım. Aradığın gün randevumu da mahvettin zaten!"
"Onunla mıydın? Ne buluyorsun onda? Daha mı yakışıklı? Ne, neyi var? Ne yapacaksın elin gavuruyla hem?"
"Sergej," Umutla gülümsedim. "Öncelikle çok kibar bir adam sonra bana her zaman fikrimi soruyor ve onunla sürekli gülüyorum."
"Palyaçonun teki yani. Yazık ya az yaşının adamı ol. Gören bilen de bir şey sanar. Nerede?"
"Tam da yaşının adamı aslında. Bir kadına nasıl davranması gerektiğini biliyor. Küçük sürprizlerle de,"
"Ne küçük sürprizi ya? Nisan siz ne yaşadınız bununla!?"
"Ne yaşadıysak yaşadık. İkimiz de yetişkin insanlarız."
"Sıçarım öyle yetişkinliğe." Küfür etmesine cıklamakla yetindim. Sergej ile kısa süreye gerçekten çok şey sığdırmıştık. Beraber küçük İtalyan adalarına bile gitmiştik, tanınmamak için insan üstü çaba vermiştik. Sonra onun yaptığı yemeklerden yemiştik.. Şu sıralar görüşemiyorduk. Sergej aramak istiyordu bense aksine mesaj atıyordum. Merih'in sesini duyabilir diye korkuyordum.
"Nisan," Merih tekrardan seslendiğimde kafamı parkeden kaldırdım. "Mutfaktan kokular geliyor. Yakma yemeği. Hadi."
"Emrin olur, bana diyeceğine kendin baksana!"
"Ayağım acıyor." Merih yüzünü ekşiterek ayağına baktığında ayağına hırsla vurup söylendim.
"Ayağına sokayım."
"Çok ayıp çok!" Onu salonda bir başına bırakıp mutfağa gittim. Yemek suyunu çekmişti. Günlerdir tek yaptığım yemek yapmak ve evi temizlemekti. Bir de Merih'in ölüyorum ben, ben ölürsem üzülür müsün diye ajitasyonları vardı o ayrı.
"İyiyim, sen nasılsın? Yolunda, evet bana iyi bakıyor." Merih'in kendi kendisine konuştuğunu duyunca tencerenin kapağını kapatıp koşar adım salona geri döndüm.
"Merih! Geldiler mi lan? Ne kendi kendine konuşuyorsun Allah'ın delisi!"
"Nisan!" Eliyle ağzını kapadı. "İçeri git, içeri!"
"Niye, ne oldu ki?"
"Nisan!" Salondan yabancı bir ses daha yükseldiğinde etrafıma baktım.
"Nisan mı? Evde bizden başkası da mı var?"
"Telefonun ekranına bak oradayım." Yaklaşıp telefonun ekranına baktığımda Merih'in Paulo ile canlı yayın yaptığını gördüm. Kahretsin! İkisi de bana adımla seslenmişti ve ekranda net bir şekilde görünmüştüm ve ekrana tekrar baktığımda bizi seksen bin kişinin izlediğini gördüm. Hazal'ın daha önce Merih'in yanında göründüğünü de varsayarsak ortalık karışacak demekti. Umarım Sergej görmezdi. İnternet.. Çoğu zaman bir nimetken çoğu zaman da insanın en büyük düşmanı olabiliyordu. Şimdi ne olacaktı!?

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mi dispiace. -Merih Demiral-
Fanfictionitalya'da beklenenden çok daha az romantik bir aşk hikayesi.. zaman zaman sıralamada bire çıkıp çıkıp düşer tıpkı Nisan ve Merih'in birbirlerini bazen sevip sevmemesi gibi.