Ancak gördüğüm şey karşısında nutkumun tutulacağını tahmin etmemiştim.
Oldukça büyük bir odaydı burası, bir nevi çatı katı gibiydi. Her yerde kağıtlar, tuvaller, boyalar, fırçalar, paletler ve daha adını bilmediğim bir dünya eşya vardı. Bazı tuvallerin üstü, açık renkli mavi çarşaflarla örtülmüştü. Bazıları ise şövalelerin üzerinde durmaktaydı. Resim atölyesinden farksızdı.
Kafamı çevirip gelişi güzel ara koridoru kontrol ettim. Herhangi bir hareketlilik sezmeyince hızla bedenimi aralık kapıdan içeri geçirdim. Telefonumun fenerini en yakınımdaki tuvallere tutarak aydınlanmalarını sağladım. Odada çok fazla resim bulunmaktaydı ve her türden de vardı büyük ihtimalle. Masanın üzerine yığılı kağıtlardan tutun da yerde sırayla üst üste dizilmiş tuvallere varıncaya kadar çok çizim vardı. Gözüme ilk çarpanlar ise masanın üzerindeki kara kalem çalışması ile önünde durduğum akrilik boya çalışmasıydı. Tuvale yaklaşarak detaylı incelemeye başladım. Ustalıkla atılmış fırça darbelerinde parmaklarımı gezdirdim yavaşça, bu odanın bir ressama ait olduğunu ilk bakışta herkes anlardı. Jimin neden bu yeteneğini saklıyordu anlam verememiştim. Belki de özgüven eksikliği vardı, kesinlikle ağzını aramalıydım.
Yakalanma korkusu yüzünden daha fazla oyalanmak istemedim. Ne de olsa ertesi gün işe gidecekti, o zaman rahatlıkla incelerdim odayı. Ağır adımlarımı kapıya yönelttiğim esnada ayağıma takılan çarşafla sendelemiştim. Domino taşı gibi sırayla yere düşen tuvaller yüzünden büyük bir ses yankılanması oluşmuştu. Korku bedenimi ele geçirirken titreyen ellerimle tuvalleri duvara geri yasladım. Ceylan gibi sekerek odadan çıktım ve koşar adım banyoya ilerledim. Tam gireceğim esnada Jimin'in kapısı açılmıştı. Sertçe yutkundum, ucuz kurtulmuştum.
Darmadağın olmuş saçları yüzüne düşerken yumruk yaptığı minik elleriyle uykulu gözlerini ovaladı. Üzerinde pembe kadife bir pijama vardı. Hayatımda görüp görebileceğim en tatlı şey olabilirdi. Keşke birlikte uyuyabilseydik diye geçirdim içimden. Aynı hizada bedenlerimizi kıvırarak yatardık. Başını göğsüme yaslarken kollarımı bedenine sarardım, gece boyunca kokusunu içime çekerek uyurdum. Hayatımda tadabileceğim en muazzam koku olurdu. Sahi, nasıl kokuyordu acaba, çilek kokusu çok yakışırdı ona. Gözlerimi sıkıca kapatarak kafamı iki yana salladım, ne düşünüyordum böyle?
Görüş açıma giren minik parmaklarıyla tuttuğu parlak ekran yüzünden gözlerimi kırpıştırdım.
"Sen de bir ses duydun mu?"
"Hayır, ben lavaboya gitmek için kalkmıştım."
Oyunculukta iyi değildim, hele de söz konusu sevdiğim birini kandırmak ise hepten batırıyordum. Kalbimi varlığından haberdar olmadığım duygularla buluşturmayı başaran adama yalan söylemek hoşuma gitmemişti. Umarım bu ona söylediğim ilk ve son yalan olur dedim kendime. Enseme attığım elimle saçlarımı karıştırırken durumu inanabileceği noktaya çekebilecek bir şey düşünmeye başladım. Aklıma gelen ilk şeyi söyleyivermiştim.
"Rüya görmüş olabilir misin?"
Kirpiklerinin üstünden 'ciddi misin' dercesine bakmıştı bana. İçimden kendime küfürler yağdırmaya başlamıştım. Tanrım, neden bu adamın karşısında beni salak birisi yapıyordun?
"Bir ses duyduğuma eminim. Oldukça büyük bir şeydi ve çok yakından geldi. Neredeyse yanı başımda duydum diyebilirim, yerimden sıçrayarak uyandım. Eve birisi girmiş olabilir, gidip kontrol edeceğim yoksa içim rahat etmeyecek."
Telefonu geri verir vermez merdivenlere yönelen bedeni anlık bir dürtüyle kolundan yakaladım.
"Ben bakarım, sen burada bekle."
Ne de olsa bir şey yoktu, ufak bir jest yapmaktan zarar gelmezdi. Hem bu bahane ile biraz evi gezebilirdim. Başıyla onay vermesiyle merdivenleri inmeye başladım. Önümde duran salona girdim ilk. Tıpkı benimki gibi bir kitaplığı vardı, sadece biraz daha küçüktü. Hem edebiyatı hem de çizmeyi seviyordu. Tam bir sanat insanı olmalıydı. Klasik müzik de seviyor muydu acaba?
Salondan çıktıktan sonra sağda kalan mutfağa girdim. Orta büyüklükte bir mutfaktı. Beyaz dolapları takip eden beyaz eşyalar ve onları takip eden beyaz mermer desenli tezgah ile oldukça modern görünüyordu. Her oda gibi burası da gayet sadeydi. Duvara monteli masa gözüme çarpmıştı, bir de dışarıya açılan kapı. Arka bahçeye bakan kapıdan dışarıyı inceledim. Bahçeye geçmeden önce oda büyüklüğünde bir teras vardı. Salıncak, köşe koltuk ve bahçe masasıyla dekore etmişti, ufak tefek dekoratif eşyalar da vardı. Genel olarak zevkini beğenmiştim. Sade, huzurlu ve iç açıcı, aynı benim sevdiğim gibi...
Mutfağı incelemeyi bırakınca merdivenlere doğru ilerledim. Ağır adımlarla basamakları çıkarken telaşla aşağıyı gözetleyen Jimin'i fark etmiştim.
"Korkma, hiçbir şey yok."
Hafif bile olsa vücudu titriyordu. Gerginlikle etrafı izlerken elleriyle yüzünü ovuşturdu. Fazlasıyla endişelenmişti anlaşılan. Emin olmaksızın ona doğru bir adım attım. Bedenlerimiz arasındaki mesafe azaldığında gözlerini bana odaklamıştı. Yavaşça kollarımı beline dolarken bedenini kendime çekmiştim, sakinleşmeye ihtiyacı vardı. Karşılık vererek kollarını boynuma dolamıştı. Omzuma gömdüğü başıyla gözlerim kapanmıştı. Başımın döndüğünü hissettim, yer ayaklarımın altından kayıyordu. Kalplerimiz aynı hizada atıyordu, benimki çok daha hızlıydı gerçi. Dünyada değildik sanki, başka bir evrendeydik, başka bir boyutta. Zaman kavramı yok olurken etrafımızı saran yıldızlarla baş başaydık. Sadece biz vardık, bedenlerimiz duygularla harmanlanırken sonsuzlukta birbirimizi hissediyorduk.
Gözlerimi yavaşça araladım. Benden ayrılmak adına bir hamle yaptığında belini daha sıkıca sararak bedenlerimizi birbirine kenetlemiştim. Burnumu nazikçe saçlarına sürterken kokusunu içime çektim. Çilek kokusunun yakışacağını düşündüğüm adam şeftali gibi kokuyordu. Yanılmıştım, bu koku ona çok daha fazla yakışmıştı.
Sıkıca sardığım kollarımı gevşettim. Yavaş yavaş geri çekilirken kollarımız hâlâ bedenlerimizdeydi. Gözleri gözlerimle buluştuğunda burunlarımız birbirine değiyordu. Bakışlarını gözlerimden ayırıp dudaklarım ile buluşturduğunda istemsizce dilimi dudaklarımda gezdirmiştim. Sesli bir şekilde yutkunurken boğazındaki hareketlilik gözüme ilişmişti. Dudaklarımdan çektiği gözlerini tekrar gözlerime odaklamıştı. Nefesini yüzümde hissederken derin bir havayı ciğerlerime doldurdum. Gerçekten başım dönüyordu, bulunduğumuz konumun sonu iyi olmayabilirdi. Daha önce tatmadığım duygularımı kontrol etmekte iyi değildim, bu nedenle ellerimi belinden çekerek bir adım geriye gittim. Utanarak gözlerini gözlerimden kaçırıp yere çevirmişti. Yüzündeki tatlı gülümse, elma kırmızısı yanaklarıyla uyum içerisindeydi. Benim de pek farklı bir durumda olduğum söylenemezdi, yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum. Yüzümdeki apansız gülümsemeye engel olamıyordum. İki şapşal liseli aşık gibiydik.
"Aniden sarıldım ama rahatsız olduysan özür dilerim."
Ayak parmaklarımı izlerken söylediğim cümlenin saçmalığı yüzüme vurmuştu. Bir insan sarıldığı için niye özür dilerdi ki, bu adam benim feleğimi şaşırtıyordu.
Ayaklarımı izlemeye devam ederken çeneme konan minik parmaklarla göz kapaklarım sonuna kadar açıldı. Çenemi tutan narin parmakların hareketi ile yüzümü hafifçe yukarı kaldırmış, yanakları kıpkırmızı olan Jiminle göz göze gelmiştim. Açıkçası bu kadar utanacağını tahmin etmemiştim, işin içinde başka bir şey olabileceği düşüncesi yutkunmama sebep olmuştu. Tek elini çenemden çekerek cebinden çıkarttığı telefonunu bana uzattı, bu esnada gözlerini kaçırmıştı.
"Bunu iyi ki söylemek yerine yazabiliyorum, yoksa utançtan yerin dibine girebilirdim. Gerçekten baya ürktüm ve gece boyunca uyuyabileceğimi sanmıyorum. Yanlış anlamanı istemiyorum ama bak, bu arkadaşça teklif edeceğim bir şey! Şey, benimle uyumak ister misin? Az önce bana sarılman beni güvende hissettirdi."
Aman tanrım..
*
Sizce Jungkook'un cevabı ne olmalı? 😶
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Tacet Caritate | Jikook
Fiksi Penggemar"Sen benim kütüphanemsin." Yeni kütüphane görevlisi konuşma engelli Park Jimin'in ve kütüphanenin daimi okuru edebiyat öğretmeni Jeon Jungkook'un eşi benzeri görülmeyen aşk hikayesi. Jimin'in küçükken yaşadığı bir travma sonucu dili tutulmuştur, psi...