Tekrardan merhabalaaar! Bu bölüm normale göre birazcık kısa ve çoook uzun zaman öncesine götürüyor bizi... Umarım okurken keyif alırsınız!
Lütfen okurken bana yorum bırakmayı unutmayın, efenim. Keyifli okumalar! ❤
On Dördüncü Bölüm – Mehpare
Osmanlı 1820
Öğle güneşi bulutlar arasında yolunu bulup batıya uzanmaya başladığı sırada adımlarım hızla çimenleri aşıp toprak yola varmaya çalışıyordu. Mir'in beni beklediğini görebiliyordum. Ancak beni bekleyen kişi gerçekten Mir miydi, emin değildim. Kıyafetleri sanki eski zamanları yansıtan bir tiyatro oyununun kulisinden ödünç alınmış gibiydi. Bakışlarım aşağıya döndüğünde üzerimde oldukça eski bir elbise olduğunu fark ettim. Üstelik gözümün önüne düşen sarı tutam kendi saçım değildi. Elbisemin eteklerini hafifçe kaldırıp adımlarımı daha da hızlandırdığımda tekrar Mir'e baktım. Şaşkın olduğunu zannettiğim ifademe karşılık dudaklarım geniş bir gülümsemeyle kıvrıldığında kontrolün bende olmadığını fark ettim. Artık Ilgın değildim ve ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Bir başka hayalin içine dalmışken Mir'in beni çekip çıkarmasını bekleyecek gibiydim. Ancak görünüşe bakılırsa bu hayalim de onunlaydı.
"Tasvip edilmeyen bazı hareketler sergiliyorsun," dedi Mir. Bakışları kısa bir anlığına açıkta kalan bacaklarıma çarptıktan sonra alayla bana döndü. Demek ki bazı şeyler gerçekten değişmiyordu. İfadesindeki alay ve yüzündeki gülümseme gibi...
"Neyin önemi olduğunu tartışmak için uygun bir zaman değil," deyiverdim. Ancak aklımdan geçenler hiç de böyle değildi. Arkama yaslanabileceğim çok rahat bir koltukta elim kolum bağlı ve eğik bir şekilde karşımdaki sahneyi izlemeye zorlanıyor gibiydim.
Zihnimdeki seslerin ne olduğunu anlamlandırmaya çalışırken bu bedenin sahip olduğu düşüncelerle benim düşüncelerimin çakıştığını fark ettim. Eski ve yeninin tuhaf bir çatışması içinde kapana kısılmıştım. Mir yürümeye başladığında elbisemin eteklerini bırakarak çamura bulanmasına izin verdim. Küçük adımlarla peşine takıldığım yolda bir süre hiç konuşmadan ilerledik. Adımlarımız bir meşe ağacının gölgesinde son bulduğunda derin bir nefes aldım. Görünüşe bakılırsa Mir, bilmediğim bu dönemde de benden ayrılmıyordu. Ancak, bedeninde konuk olduğum zihne bakınca Mir'le olmaktan ne kadar memnun olduğunu hissetmemek elde değildi.
"Mehpare," diye mırıldandı Mir.
Demek ki ismim buydu... Tenime değmekten korkarcasına yüzümün yanına dökülen bir tutam saçı nazikçe okşadı. Gözlerimi kapattım. Bu an sanki çok yeniydi. Bir "anı" değil de gerçekten ibaretmiş gibiydi. Mehpare onunla yaşayacağı sonsuz bir hayat istiyordu- Hayır, bunu isteyen bendim. Doğaüstü bir olayın tam da ortasında olduğum gerçeğini kabullenmekten başka seçeneğim yoktu. Reenkarne olduğum bir bedene yabancıymış gibi davranamazdım. Kendimi rahat bırakmaya çalıştım ve yabancı zihnin rahat koltuğuna gömüldükçe zihinlerimiz daha da yaklaştı. En uzun geceye saatler kalmıştı ve zihnimde dönüp duran tek düşünce buydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kaybolanın Affı
FantasíaSonsuz Serisi I - Kaybolanın Yükselişi Teni tenime, ruhu ruhuma işlerken anladım. Tanımadığımı düşündüğüm bu adamın gözleri birkaç dakika, birkaç saat, birkaç gün, birkaç hafta önce değil; birkaç asır önce çarpmıştı gözlerime. Adını biliyordum. Güze...