•V•

17 3 0
                                    

Koluma girip beni sağ koridora doğru yönlendirdi.

"Gel ben seni hemen Taeciğimin odasına götüreyim"

Yüzünde güller açarak söylemişti bunu, sabahki gördüğüm şeyden sonra ikisinin pişman olduğunu sanmıştım ama bakıyorumki aslında çok yanılmışım. Iseul ve Tae çıkıyor olmalıydılar...

Yüzümün tekrar düştüğünü hissettiğimde ıseul yanımda olmasaydı kendime sert bir tokat atacaktım. Hadi ama bu beni hiç ama hiç ilgilendirmez!

Iseul kapıyı yavaşça çalıp onay beklemeden açtı. Tae nin bakışları benim ve ıseul üzerinde şaşırdığını belli edercesine dolanırken ıseul kolumdan çıkarak tae nin yanına doğru yol aldı. Ne yani yine mi öpücekti? Taenin arkasına geçerek ellerini onun omuzlarına koydu ve yavaşça eğilip kulağına birşeyler fısıldadı.

Uzakta olduğum için duyamıyordum. Duymakta istemiyordum zaten. Ben biran önce işimi halledip eve oyunlarıma kavuşmak istiyordum.

-En azından onlar beni mutlu edebilirdi-

İnsanlar sizi her zaman üzebilir ama yemekler ve oyunlar asla!

Taenin yanaklarındaki pembeleşmeyi gördüğümde artık dayanamadığımı hissettim. Bu odadan hemen çıkmam gerekiyordu, arkamı dönüp hemen odadan çıktım tae nin arkamdan ismimi bağırışlarını duymuştum. Yanağıma doğru süzülen sıvıyla ağladığımı anlamam çokta zor olmamıştı.

Bana göre ağlamak zayıflıktı, küçümsenici, üzücü bakışları üzerine toplamaktı.

Şuan neden veya niçin, kimin için ağladığımı bilmiyordum. Sadece dolmuştum... hissedebiliyordum. İnsanlara güven sorunum vardı.

Bir gece gibi karanlıktım... güneşten çok uzak oysa yaklaşmak istiyordum. Tüm karanlığımın içinden sıyrılıp güneş gibi parlamak istiyordum...
(...)

Buraya da bu umutla gelmiştim, Ama olmamıştı. Etraftaki bazı insanların dikkatini çektiğimde koşmaya başladım. Hızlı, çok hızlı... kimseye zayıf yönümü göstermemeliydim. Ta ki bir bedene çarpana kadar...

Çarpıp yere düşmek üzereydim ki beni belimden sıkıca kavrayıp kendine doğru çekti. Gözümün önüne gelen saçları ince,uzun güzel parmakları ile çekerken yavaşça gözlerimi araladım. Beni bay jeon tutmuştu...

Bir yandan sıkıca belimi kavramışken, diğer yandan da parmakları ile göz yaşlarımı sildi. Yutkundu ve derin bir iç çekti.

"Bu kadar güzel gözlere ağlamak sence de yakışıyor mu?"

Büyüleyici güzel sesini alçaltarak konuşmuştu. Ellerini gözlerimden çekip, saçlarımla yavaşça oynamaya başladı. Bu hisse bayılırdım. Çok rahatlatıcı ve huzur verici... sanki uyumadan önceki bir ninni yüzüne esen tatlı ılık bir rüzgar gibi bir histi. Yumuşaktı...

Gözlerinin derinliklerine baktığımda yandığımı hissettim. Yüz hatlarını inceleme fırsatını yakalamıştım. Yavaş yavaş gözlerim yüzünün her bir zerresinde gezindi. Tanrı onun üzerinde fazlaca emek sarf etmiş olmalıydı. Çünkü Mükemmeldi...

Küçük fındık gibi burnu, güneş gibi parıldayan ve tek tek dizildiğini düşündüğüm bir yüzü, dolgun dudakları. Küçük bir gamzesi, boncuk gözlerinin üzerine geldiği o siyah saç tutamları onu daha çekici ve erkeksi kılıyordu. Ve birde Derin, koyu gece gibi simsiyah saçları vardı...

Gözlerimizi biran olsun birbirimizden ayırmazken beni yavaşça doğrulttu. Birkaç saniye daha bakmanın ardından elini belimden çekip, yavaş adımlarla geri çekildi. Kravatanı ve üzerini güzelce silkeleyip düzeltti hiç beklemediğim birşey oluyordu şu anda.

Benim elimden tutuyordu...

Hızlıca sürükleyip odasına getirdiğinde kapıyı ardımızdan sertçe kapattı. Beni o geniş odadaki büyük koltuğa oturtup kendi de yerine geçmek yerine dibime masanın üzerine oturdu.

Elini kaldırdı önce saçlarımda sonra ise elinin dış tarafı ile yanağımı okşamaya başladı. Tenindeki sıcaklık tenime değdiği zaman titremiştim. Dokunduğu her yer alev alıyordu yüzümde adeta.

"Ne oldu güzelim? Seni bu kadar üzen şey ne? Senin gibi güçlü bir kızın hiç ağlıyacağını düşünmezdim. Demek ki gerçekten önemli birşey olmalı... bana anlatabilirsin. Seni sadece yarım saat yalnız bıraktım. Bu süre zarfında ne yaşadın?"

Karşımdaki sinirli, sert adam gitmiş sanki yerine bambaşka birisi gelmişti. Gözlerini gözlerimden bir an ayırmazken yöneltmişti sorusunu. Naif yumuşak sesi ile konuşmuştu. Diğer türlü konuşsa Sanki incinecekmişim, sanki korkacakmışım gibi...

Nereden geldiğini bilmediğim bir özgüvenle yanağımda olan elini alıp elime kenetlemiştim. O da şaşırdığını gözleri ile çok net belli etmişti. Doğru benim gibi bir kızdan beklemiyor olmalıydı... haklıydı da.

Bundan daha kısa bir zaman öncesinde Tae yüzünden aldığım karara uymamıştım. Ama Jungkookun yanında çok net birşeyi farkedebilmiştim.

Tüm insanlar farklıdır, özeldir, kızlar ayrı ayrı güzel erkekler ise ayrı ayrı yakışıklı. Tıpkı... tıpkı kar tanesi gibi aslında hepsi benzer görünür dıştan bakıldığında ama asla ve asla aynı değillerdir sadece görünüşleri öyledir... yaklaşıp onu bulup keşfettiğinizde ne kadar farklı ne kadar güzel olduğunu ancak o zaman anlarsınız...

Bende şu dakikadan intibaren almış olduğum kararı iptal edip silmek yerine sadece küçük bir dokunuş ile değiştiriyordum... herkese aynı davranmamalıydım. Çünkü herkes aynı sevgiyi ve aynı ilgiyi hak etmiyordu!

Derin bir nefes aldım.

"Bay jeon-"

"Jungkook"

"Ah tamam. Jungkook aslında ne büyütülecek ne de anlatılacak kadar önemli birşey değil... sadece benim insanlara güven sorunum var size bunu söyleyebilirim. Diğer yandan ise her insan dolar, sabreder heçeceğini hisseder ve içine atar. Ama bir yerden sonra artık dayanamaz tam herşey yoluna girdi herşey güzel olacak derken kendini çıkmazda bulabilir. Bende o anlarımdan birini yaşıyorum Yoruldum... bıktım...

Ne zaman eğdiğimi bilmediğim başımı kaldırıp yüzüne odaklandım. Yüzünde küçük bir tebessüm belirdi yavaş yavaş dudaklarını yukarı kıvırdı. Ama bu öyle mutluluk dolu bir gülümseme değildi. Daha çok sanki o da geçmişinde bir anısını hatırlamış ve hatırladığında ise hüzünlü bir tebessüm bırakmıştı.

Birbirine kenetli olan ellerimizi yavaşça ayırdı ve doğruldu. Bana yaklaşıp hızlıca sarıldı. Bugün yaşadığım ikinci şoktu. Kafasını boynuma gömdüğünde boynumdaki ıslaklıkla hafiften titredim. Jungkook ağlıyor muydu?

Hayat aslında buydu işte. Bize beklemediğimiz bir zaman diliminde, beklemediğimiz insanlardan şaşırtıcı şeyler yaptırıyordu...

Kollarımı sıkıca boynuna sardım ve bende kafamı boynuna gömdüm güzel erkeksi parfüm kokusu burnuma iliştiğinde hafiften gülümsedim.

Burnunu çekip hıçkırdığını duyduğumda yavaşça sırtını patpatlayıp, sıvazladım. Burdayım der gibi bütün bunların hepsi geçecek der gibi...

"Min seo sen benim hayatımda gördüğüm en güçlü ve bana umut kaynağı veren tek kızsın..."

Burnunu çekti.

"Ve senden bir ricam olacak bu... beni çok rahatlattı bunu daha sık yapabilir miyiz?"

Jungkook da benim gibiydi, geçmişinde sıkıntıları vardı belliydi. Koskoca şirketin sahibi benim kollarımda bir bebekten farksız olmuştu.

"Benim yanımda kendin olabildin sen jungkook ve elbette daha sık yaparız sonuçta İnsan yarası yarasına denk geleni severmiş...
















PlayerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin