~Tae'nin Anlatımından~
Bir mucize istedim tanrıdan onu benim karşıma çıkarsın diye. Ve şimdi bir mucize daha istiyorum tanrıdan beni tekrar hatırlayabilsin diye...
Tavana diktiğim bakışlarımı tekrar Min seo'ya çevirdim. Bir umut beni hatırlamasını: bizi, anılarımızı hatırlamasını istiyordum.
Herşey yine evrenin istediği gibi olmuştu. Bizim seçme şansımız yoktu. Olacaklara karşı çıkma şansımız yoktu. Sadece kabullenmek vardı, kabullenip boyun eğmek...
Çenesinden tuttum ve onu kendime doğru yavaşça çektim. Ela gözleri ile bana masum, masum bakıp beni delirtiyordu. Şeftali ağacımızı hatırlamamıştı belki, bende o zaman diğer yolları deneyecektim. Ona bir şekilde beni, bizi hatırlatacaktım. Direkt yüzüne ben senin ilk aşkınım yaşadığın şeylerden dolayı beni unuttun. Sana bunu yapmak zorundaydılar demiyecektim. Diyemezdim...
Ona güzel ve yavaşça anlatacaktım herşeyi. Biliyordum beni unutmamıştı, unutamazdı İlk aşklar unutulmazdı...
Kulağına doğru yavaşça eğildim ve fısıldadım.
"Yeni bir ateş söndürür başkasının yaktığını, yeni bir acıyla hafifler eski bir ağrı"
Yavaşça geriye çekildim ve umutla baktım o güzel ela gözlerine biliyordum derinlerde biryerdeydim ve yine biliyordum. Beni orada bulacaktı. Bunu başaracaktı.
"S-sen... benim en sevdiğim yazarı biliyorsun... ama nasıl? B-ben bunu hiç kimseye söylememiştim. Daha doğrusu: hiç bir arkadaşım yoktu, beni isteyen kimse yoktu. Ben tek başıma bir çocukluk geçirdim. Bu yüzden kimse bilmiyordu."
Kalbimdeki sızı artarak kendini belli ettiğinde burukça gülümsedim ağzımdan bir şey kaçırmamalıydım. Güneş gibi parıldayan sarı saçlarını okşadım. İncitmeden, canını yakmadan. En değerli parçammış gibi. Zarar görmesini istemediğim değerli bir eşyammış gibi.
"Eksik parçalar var güzelim. Çok eksik... Ama ben yapbozun bir ucundan tuttum, sende diğer ucundan tut. Tut ki herşey yerini bulsun. Her parça ait olduğu yere yerleşsin. Ve işte o zaman anlayacaksın kaderin bizi bir yapboz parçası gibi yavaş ve çözülmeyi bekleyerek bir araya getireceğini..."
Avucumu sıktım. Tırnaklarımın derimi acıtmasına izin vererek. Ve kapıya doğru yöneldim. Bundan sonrası onun hayal gücüydü.
O düşünecekti, o çabalayacaktı. Şu anda eskisi gibi sevmiyordu beni biliyordum. Jungkook onun kafasını karıştırıyordu ve onun ise Jungkook'dan etkilendiğini görebiliyordum. Bugün emin olmuştum artık. Ama eğer bu benim çocukluğumda tanıdığım o hırçın kızsa; kesinlikle çabalayacaktı. Buna da adım kadar emindim.Merdivenlere yönelip hızla aşağı indim. Iseul beklemediğim bir anda karşıma çıktığında, afalladım. Kolumdan tutarak beni hızla peşinden sürükledi. Kalabalıktan uzak bir yere geldiğimizde, duvar ile beni arasına aldı ve kaşlarını çatıp sinirle burnundan soludu. Hala deli gibi Min seo'yu kıskanıyordu biliyordum. Keşke hep çocuk kalsaydı, emin olun o zaman ki haline şükür ederdiniz. Şimdi çocukluğundan bile daha beterdi...
"Bakıyorumda küçük Tae: İlk aşkını, Min seo'sunu bulabilmiş..."
Kollarını duvardan çekip boynuma doladığına, her zamanki pis sırıtışı yüzüne yayıldı.
"Onu buldun. Afferim sana Kim Taehyung... ama tekrar kaybetmek istemezsin öyle değil mi?"
Bana daha da yaklaştı. Yanağıma bir öpücük kondurup , kulağıma fısıldadığında kendime sakin olmak için komutlar vermeye başladım.