Aşk belki hayatınıza girebilecek en güzel şeydi... sizi aptal bir insana dönüştürürdü. Aklınızla değil kalbinizle hareket etmenizi sağlardı.
Wooyoung da bunu yapmıştı. Aklı ile değil kalbi ile hareket etmişti.
Aşık olunduğu zaman kontrölü hep kalp alırdı. Akıllıca düşünmenize izin vermezdi. Akıllıca düşünebiliyorsanız eğer; o aşk değildir zaten...
...
Tae arabadan çıktığında bende hayla kemer ile uğraşıyordum. Sesli bir küfür savurup tekrar denediğmde sonunda açabildim. Kendimi hızla arabadan attım. Tae eve doğru yavaşça adımladığında, onun önüne geçerek karşısında elimi uzattım.
Şaşırarak bana baktığında neden önüne geçtiğimi anlamaya çalışır gibiydi. "Tae sen gidip Wooyoung'un en sevdiği sıcak kuruvasanlardan alır mısın? Anahtarı bana ver. Ben onunla yalnız konuşmak istiyorum. Yaptığım hatayı düzeltmem gerek."
Dudakları yukarıya kıvrıldığında gözlerindeki hayranlığı görebiliyordum. Koyu irisleri beni mahvediyordu...
Bir iki adım atarak bana yaklaştığında belimden kavrayarak kendine doğru çekti. Kafamı göğsüne yaslayıp biraz soluklanmaya çalıştığımda. Tae de çenesini kafamın üzerine koyup beni iyice sarıp sarmaladı.
"Sen harika bir kızsın biliyorsun değil mi? Her zerrene her bir özelliğine ayrı aşığım güzelim."
Kafamı göğsünden kaldırıp koyu güzel gözlerine baktığımda, o da bakışlarını bana çevirdi. Hızla küçük bir öpücük kondurup geri çekildiğimde yüzündeki sırıtış git gide arttı. "Buna alışırsam sürekli isterim ona göre."
Diye mırıldandığında, gülmemi tutmaya çalıştım. Gözlerinin önünde ki perçemlerini çekip yüzünün daha da ön plana çıkmasını sağladım. "Bende sanırım buna alışabilirim."
Saçları o kadar yumuşak ve güzeldi ki ellerimin arasındaki his tarif edilemezdi. Yavaşça geriye doğru çekildim. "Ben eve giriyorum. Sende al ve hemen gel tamam mı?"
Olumlu bir şekilde kafa salladı ve eli ile öpücük atarak arkasını dönüp arabaya geri bindi. Bende hızlı olmaya çalışarak eve doğru adımladım. Koca bebeği iyileştirmem gerekiyordu...
Sessiz olmaya çalışarak anahtarı yuvasına yerleştirip sessizce çevirdim. Ev de tek bir ışık bile yanmıyordu. Uyuyor olmalıydı.
Ayakkabılarımı çıkartarak anahtarı geri çıkardım ve ardımdan yavaşça kapıyı kapattım. Onunla bir an önce konuşmam gerekiyordu. Her geçen zaman pişmanlığımı bir kat daha arttırıyordu.
Telefonumu elime alarak ışığını açtım ve aydınlattığı kadarı ile merdivenlere doğru yöneldim. Yavaş yavaş çıkarken arkamdaki tıkırtılar beni korkutmaya başlamıştı.
Kuruntu yaptığımı düşünerek derin bir nefes verip devam ettim. Birkaç dakika sonra arkamda olan tıkırtı git gide arttığında küçük bir çocuk gibi ağlayıp çığlık atmak istiyordum.
Korku filmlerinedeki gibi cesurca arkamı dönüp ne olacağına bakacak cesaretim yoktu. Sadece evden çıkmak istiyordum. Boynumda hissettiğim nefes tüm damarlarımın çekilmesine, kanımın donmasına sebep olduğunda ne yapacağıma dair hiçbir fikrim yoktu. Bacaklarımın bağı çözülmüş yere düşmemek için kendimi zor tutuyordum.
Bu kadar korkak, bu kadar aptal olduğum için kendimden nefret ettim. Boynumda hissettiğim büyük darbe gözlerimi karartırken kendimi boşlukta gibi hissediyordum. Bacaklarım beni taşımayı bırakmış kendimi kimin olduğunu bile bilmediğim kolların arasına düşmüştüm.
Yüzüne bakmak için direnip gözlerimi açık tutmaya çalışsam da ağzındaki maske ve gözlerinde olan gözlükler her şeyi engelliyordu. Direnmeye çalışıyordum ama hiçbir fayda etmiyordu. Gözlerim ağır, ağır kapandığında son hatırladığım girmiş olduğum evden tanımadığım biri tarafından çıkıyor olduğumuzdu...
...
"Uyan! Ya patron bunun kafasına darbeyi fazla mı vurdum acaba? 2 saattir hareket dahi etmiyor."
Bilincim rüya ve gerçeklik arasında gidip gelirken etrafımdaki tüm sesleri duyuyor, ama gözlerimi bir türlü açamıyordum. Başımın ağrısı en üst seviyedeyken sadece bana ne olduğunu düşünmeye çalışıyordum.
Benim adım neydi? Burada ne işim vardı? Beni kaçırmışlar mıydı? Eğer kaçırmışlarsa ne gibi bir zararım olmuştu? İnsan mı öldürmüştüm? Ben kimdim? Ailem var mıydı? Beni seven insanlar var mıydı.
Hiç birşeye dair bilgim yoktu. Kim olduğumu, görünüşümün nasıl olduğunu Kız mı? Yoksa erkek mi olduğuma dair hiç bir fikrim yoktu.
Ama sanırım en başta öğrenmem gereken şey burada neden tutuluyor olduğumdu. Birine birşey yapmış olmalıydım...
Acaba yapmış mıydım? Yoksa masum muydum? İyi biri miydim? Yoksa kötü biri mi? Kafamda cevaplanmasını istediğim yüzlerce hatta binlerce soru vardı. İçimde olan merak duygusu beni git gide kemirip bitiriyordu...
...
"Ah tamam patron kızma, uyanıyor işte! Gözlerini açıyor. Tamam... tamam ben sana haber vereceğim."
Gözlerimi araladığımda dibimde olan bir çift mavi göz bana bakıyordu. İrkilerek titrediğimde geriye doğru çekildi. "Dibimde ne yapıyorsun!?"
"Ölüp, ölmediğine bakıyordum."
Sinirle soluduğumda, gözlerimi devirdim. "Nefes alıp almadığıma bakarak bunu anlayabilirdin... gözlere bakarak bir insanın ölüp ölmediğine bakanı ise ilk kez görüyorum..."
Diye mırıldandığımda sinirden gülmemek için kendimi tutmaya çalışıyordum. Gözlerine odaklandığımda o da benim gibi sadece gözlerini devirmekle yetindi. "Neyse hanfendi, nasıl? Burayı beğendin mi? Bence eski bir yer ama havası ve eski oluşu burayı asıl yapan şey... nostaljk ve ben buna bayılıyorum..."
Etrafıma küçük bir bakınıp tur attığımda dediği doğruydu. Gerçekten nostaljik bir yerdi. Tam adam öldürmelik... öldürseler bile kimsenin dahi bulamayacağı bir yer. Ve asıl mükemmel olan sorun ise ben buraya getirilmiştim.
Gerçekten ölsem kimsenin ruhu dahi duymayacaktı. O kadar sessiz ve huzur doluydu ki. Bir yandan ise fazlaca korkutucu...