Sonunda geldiğimizde karşımda inanılmaz bir manzara vardı. Çok güzeldi. Eşsiz bir güzellik...Ormana yakın ve çevresinde çok az ev olan doğa ile bütünleşmiş büyük ve çok şirin bir evdi. Burada ne işimiz olduğunu bilmiyordum. Jungkook'un önemli iş dediği bu muydu? Arabanın kapısını açıp, eve doğru yöneldim. Jungkook'u çoktan geride bırakmıştım. Bahçe kapısını açtığımda ayağıma çarpan şeyle bakışlarımı yere doğru çevirdim.
Tatlı beyaz bir tavşan ayakkabımın üzerinde durmuş; küçük pembe burnu ve çekik minik fındık gözleri ile bana bakıyordu. Kendime engel olamayıp, hızla kucağıma aldığımda; Jungkook'un arkadan kıkırdadığını duymuştum."Çok tatlı kookie~ gelip sevmelisin"
Hızla yanıma gelip, şaşırarak bana baktığında, kaşlarımı çatarak ona baktım.
"Sen, benim ismimi tatlı bir şekilde mi söyledin az önce?"
Küçük tavşanın kafasını okşarken dudaklarımı yukarıya doğru kıvırdım, ve en güzel olduğunu düşündüğüm gülümsemelerimden birini sundum ona.
"Evet... buna neden şaşırdın?"
Boğazını temizledi ve elini yavaşça ensesine doğru attı.
"Ah. Yani... senin gibi olgun bir kızdan beklemiyordum açıkçası..."
Bunu bende kendimden beklemiyordum. Ama tatlı şeylere zaafım vardı. Küçük bir kız çocuğu gibi heyecanlanabiliyordum. Yerimde duramayıp, kıpır kıpır oluyordum. Tavşanı kucağımda biraz daha sevdiğimde, bakışlarımı evin kapısına doğru çevirdim. Dışının mükemmel olduğu kadar içinin de mükemmel olduğuna emindim.
Jungkook arkama geçip elleri ile gözlerimi kapattığında; hafiften ürkmüştüm.
"Hadi Min seo, ilerle lütfen~ içini gördüğünde ki halini çok merak ediyorum"
Tatlı sesler, çıkarıp çocuk gibi konuştu. Kıkırdadığında ise hafifçe gülümsedim. Ve yavaş adımlar ile evin kapısına doğru yürümeye başladım... birkaç adım sonra Jungkook durmamı istediğinde kendimi olduğum yerde sabitledim.
"Şimdi yavaşça ellerimi çekeceğim ama oyun bozanlık yapıp açmayacaksın, anlaştık mı?"
Diye fısıldadığında onaylar şekilde başımı salladım. Gözlerim de olan baskı git gide azaldığında ise; sabretmeye çalışıyordum...
"Aç..."
Diye mırıldandığında gözlerimi yavaşça araladım. Birkaç saniye bulanık görmenin ardından görüntüler netleştiğinde; şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım.
"Yeni evine hoş geldin Min seo!"
B...burası benim evim miydi?
Hep bir ağızdan söylediklerinde, dün şirketteki tanıştığım bütün herkesin burada olduğunu fark etmiştim.Iseul bile buradaydı. Kolları Tae'nin omuzlarında vücutları ise birbirine çok yakın...
Bütün heyecanım ve mutluluğum kursağımda kaldığında sıcak olmayan bir gülümseme sunup evimin içerisine doğru yavaşça; kocaman bir adım attım.
Bay kang elinde olan makası bana uzattığında gülümseyip uzanarak aldım ellerinin arasından. Kırmızı kurdaleyi sol elim ile ucundan tutarak; kestiğimde herkes büyük bir heyecan ile alkışlamaya başladı, ama benim ise pek bir hevesimin olduğu söylenemezdi...
Hayatımda görüp görebileceğim en mükemmel evlerden birine geliyordum. Ve daha bunun mutluluğunu bile henüz Tae'nin sayesinde yaşıyamamıştım.
haksızlıktı bu... hemde büyük bir haksızlık!
Herkes evin içine geçerek kutlamaya devam ettiğinde ben ise. Asık suratımla salondaki boş bir koltuğa oturdum. Ellerim ile koltuğun üzerinde daireler çizerken Jungkook yanıma doğru oturdu. Koltuğun üzerinde olan bakışlarımı ona çevirdiğimde, en tatlı olan gülümsemelerinden birini sundu.
Benimleyken artık çok daha sık güldüğünü fark edebiliyordum...
İnsanların değişmesi güzeldi. ama sadece olumlu yönde...
Koltukta olan elimi alıp, beni yavaşça kendine doğru çektiğinde yanağıma küçük bir buse kondurdu. Ve saçlarımı okşamaya başladı. Utanarak bakışımı yüzüne çevirdiğimde yüzündeki gülümsemenin yavaş yavaş, solduğunda; En azından gerçekten mutlu olmadığımı anlayabildiğini fark ettim.
Yapmacık gülüşlerim her zaman çok iyi olmuştur. Bu yüzden kimse gerçekten anlamaz ne hissettiğimi, gerçekten nasıl olduğumu.
Ama Jungkook... o farklıydı o da benim gibi çok rol yapmıştı, o da çok çekmişti. İnsanlar incinmesin diye mutlu davranmıştı belki. Hatta belkide zamanla hisleri o kadar körelmişti ki bu hale gelmişti. İnsanlar onu bu hale getirmişti. Onu çok iyi anlayabiliyordum. O benim ruh ikizim gibiydi.
Gözlerimin önüne gelen kahküllerimi çektiğinde kaşlarını çattı ve sert ifadesini takındı.
"Ne oldu güzelim? Evi beğenemedin mi yoksa?"
Olumsuz bir şekilde kafamı salladım.
"Hayır. Tabii ki çok beğendim. Özellikle de o minik tatlı tavşanı. Ama mutluyum, sadece biraz yorgunum."
Olumsuz bir şekilde kafasını salladı ve ağzıyla onaylamadığını belli eden sesler çıkardı. Yalan söylediğimi anlamıştı.
"Hayır güzelim... çoğu insan belki anlayamaz ama ben anlıyabiliyorum. Şu anda mutlu falan değilsin. Üzgünsün, bir şeye canını sıkmışsın belli. Ne olduğunu anlatmazsan eğer; ben kendi çözüm yollarım ile halledeceğim."
Jungkook'un sert olduğu zamanda ki hali çok farklıydı. Ona sırf Tae'nin yüzünden canımın sıkkın olduğunu söylemeyecektim. Onu takmam bile gerekmiyordu aslında değil mi? Bana önem vermeyen bir insana ben neden ilgi gösterip, onu seveyim ki?
Duruşumu düzelttim. Ve gülümsedim.
"Hayır kookie~ hiçbir sorunum yok."
Jungkook tatlı olduğunu düşündüğüm konuşmama gülerken bende kendimi tutamayıp kıkırdadım.
Kısa bir gülmenin ardından ciddileştiğinde. Sağ eli ile yanağımı okşadı. Kalbimdeki ritim ise çoktan hızlanmaya başlamıştı.
Boncuk gözleri, gözlerimden dudaklarıma kaydı ardından ise gözlerini yumduğunda; Yavaşça yüzüme doğru yaklaştı. Karşı çıkıp, engel olmayacaktım. Bende gözlerimi sıkıca yumduğumda, dudaklarıma hayat vermesini bekledim.
Ne olduğunu anlamadan; Yanağımda olan eli ve sıcak nefesi yok olduğunda ise gözlerimi yavaşça araladım. Odadaki yüksek sesli müziği ve insanları yeni görüp, işittiğimde Tae'nin beni kollarımdan
kavrayıp kafama bir parti şapkası taktığını fark etmem uzun sürmemişti. Karşımda deli gibi dans ediyor ve ona katılmam için yüksek sesle bağırıp, şarkı söylüyordu.Ben ondan uzaklaşmak istedikçe hep neden böyle yapıp dibimde bitiyordu? Ama bu bir rüya da olsa hayatımda yaşayacağım en güzel rüya olacaktı. Ve ben bu fırsatı kaçırıp somurtup onu kendimden uzaklaştırmayacaktım. Sadece bugünlük. sadece bugün...
Müzik değişip yerini romantik bir melodiye bıraktığında Tae"ye doğru yaklaştım ve kollarımı iki yandan boynuna doladım. Gözleri şaşkınlık ile açıldığında; sonrasında ise yavaşça toparlandı ve kare gülüşünü sundu bana. Kollarını belime dolayıp. Beni kendine biraz daha çekti.
Mükemmel erkeksi kokusu burnuma iliştiğinde kalbim artık ağzımda atıyordu. Bu anın bitmesini asla istemiyordum.
Keşke tam şu anda zaman dilimi dursaydı... dursaydı da onun o güzel kokusunu, mükemmel yüzünü, ışıldayam gözlerini sonsuza kadar izleyebilseydim. Keşke onun bir parçası olsaydım. Keşke ondan kopmayıp hiç bir zaman benden uzaklaşmasına izin vermeyip; sadece bana ait olmasını sağlayabilseydim...