*sen geldikten sonra kalkmak için ellerimi masaya koymuş ama zaten gidip döneceğini söylediğinde yüzümü yıkayıp kendime gelme fikrimi sana kaptırmıştım. hafiften kalkmış bedenimi yeniden oturturken derin bir nefes aldım.
hayır, sen oradayken ben de gitmeyecektim elbette. az önce gördüklerimi bir türlü silemiyordum aklımdan. rengimin solduğuna emindim ve bu gerçekten, kendi varlığım üzerine yemin ederim ki çok saçmaydı. çok, çok saçma. aynı zamanda anlamsız.
içimde öyle büyük bir merak vardı ki konuşulanları duyamıyordum bile. hiçbir şeye odaklanamıyordum. algılarım bir bir kapanıyordu. nedenini bile sorgulayamıyordum. neden? ne oluyor? deliriyor muyum? bu nedir? kafam kısacık görüntüye gidip gelmiyordu bile, takılı kalmıştı bildiğiniz. oradaydım sanki. şu an oradaymışım gibi hissediyordum. dönüp dönüp aynı sahneyi yaşıyordum.
kucağıma atlayan beyaz süs köpeğinin ardından kapıyı açıyordum ve bam! düşündükçe aklımı yitireceğim, kötü bir şanssızlıkla gördüğüm o an ve aslında köpeğin üzerime atlayışından sizi görüp de yewon'un seni ittirdiği âna kadar totalde 15-20 saniye süren görüntü tam o noktada donduğu için dakikalar geçiyordu. kirpiklerinin az ışıkta göz halkalarına düşen gölgesini görebiliyordum.
o özgüvenli ve zor kadının bir eliyle kolunu tutarken dudaklarına kendini nasıl teslim ettiğini görebiliyordum ve hemen sonrasında yavaş çekimde beni fark edip de göğsünden seni iterken yüzündeki memnun olmayan ifadenin de farkındaydım.
çünkü, iyi hissediyordun. o an benim aksime senin çokça hoşuna gitmiş olmalıydı ve bundan koparıldığın için hiç de mutlu değildin. başa sar. üzerime atlayan ve görüntüsüyle pişmaniyeyi andıran köpekle- tanrım, hayır. durmam gerekiyordu. bu hiç normal değildi. hiç.*
"sen ne düşünüyorsun taehyung?"
*kendi ismim beni kendime getirirken gözlerimi min yoongi'ye çevirdim. bir yanında da elindeki kalemle oynayan sen yer alıyordun. ne zaman gelmiştin hiçbir fikrim yoktu. ya da ben ne zamandır düşünüyordum?
gözlerimi bilgisayarın ekranına çevirdim ve bir süre boş boş baktım. toparlayamıyordum aklımı.*
"anlaşıldı, birileri hâlâ hastalığını tam atlatamamış. sabah iyi duruyordun, solmuşsun yine. yewon'un yanına git, sana tekrardan bir baksın."
*kuruyan dudaklarımı ıslattım ve başımı iki yana salladım hafifçe.*
iyiyim.
"hiç öyle durmuyorsun. dinlen biraz, sonra temelli aramızda görmek istiyoruz seni. hadi git, benden sana izin."
-
*odama gidip biraz uyuduktan sonra saat on bir-on ikiye doğru tam da insanlar odalarına dağıldıktan sonra kapım kapalı olmadığından odamdan çıkmış, asansörle en alt kata inerek binanın ufak bahçesine çıkmıştım. sigara ve içki kullanmak yasaktı. odamda düşünüp durmaktan ziyâde en azından biraz temiz hava almak istemiş, bir saat kadar kendimi üşüttükten sonra daha iyi hissetmeye başlamıştım. birkaç çözüm bulmuştum gerçi odamda da. mesela, ufak zıplayan topu yattığım yerden duvara atıp sektikten sonra yakalarken bir buçuk saat kadar vaktimi öldürmüştüm. sonra uzun bir duş da almıştım. akşam sekizden beri de tekrar uyumaya çalışıyordum fakat zaten normalde de bolca uyumaya alışık değildim. ki tüm gece uyumuş, üstüne üstelik gündüz de biraz uyumuştum. yine de zihnimi kapatmak için kendimi zorlamış fakat başarılı olamamıştım elbette.
yine de bahçeye inmenin iyi geldiğini söyleyebilirdim. tam da düşündüğüm gibi yağmur yağmıştı ve etraf güzel kokuyordu. gerçi, temizlenmesi gereken daha çok zihnimdi, ciğerlerim değil ama bu da iş görürdü.
yeterli açık havayı hissettikten sonra odama dönmek için içeriye girmiş, dördüncü katta bulunan odama ulaşmak için bu kez asansörü tercih etmiştim. inerken merdivenler daha iyiydi ama çıkarken aynı şeyi söyleye- açılan kapıyla göz göze geldiğim, aslında görmek istediğim son şey olan bir çift gözle yutkundum. merdivenler için çok geçti sanırım?
daha fazla beklemeden toparlanıp kapalı kutuya doğru bir adım attım ve yönümü hemen kapıya çevirerek elimi dört numaralı düğmeye bastırmak üzereyken hemen parmaklarımın altında benden önce basan sana ait parmaklarla elimi hemen çekmiştim.
asansörün hareket sesi gelirken metal kapıda gözlerimi gezdiriyordum. garip bir şekilde senden de ses çıkmıyordu. böylesi iyi olanıydı. iki dakika sürmeden kendi katımda inecektim zaten.
şu bir gerçekti ki bugün akmayan zaman tam bu anda tekrar donmuş gibiydi. çok uzun sürmüş gibi gelen vaktin sonunda tık sesi geldiğinde başımı kaldırıp göstergeye bakmış, gördüğüm bir numarasıyla yeniden indirmiştim. kahretsin.
ikinci tık sesinden sonra hafifçe sallanan asansörle elimi demire sarmıştım. tık ve tık. iki tane. sadece bu sesi iki defa daha duymaya ihtiyacım vardı. seni bir adım gerimde olduğundan görmüyordum ama düzenle alıp verdiğin nefesleri duyuyordum ve kendine has kokunu hissediyordum. üçüncü tık sesiyle gözlerim yeniden göstergeye kaymış, nefesimi vermiştim. bir saniye sonra asansör bu defa daha sert bir şekilde sallanıp biraz da gürültüyle durduğunda ışıkları kapanmıştı.
demiri tutan elim gevşerken gözlerimin sonuna kadar açıldığına emindim. yoo, hayır. hayır, hayır, hayır. kapalı alana karşı her zaman bir rahatsızlığım olmuştu. ciddi bir panik geçirmiyordum ama nefesimi daralttığı kesindi. buna ek olarak, ek olarak falan yoktu. varlığın ikinci plana düşmüştü. istemsizce bir adım gerilerken göğsünle birleşen sırtımın bir kısmıyla birlikte elimle kolunu bulup bileğinin biraz üstünden tuttum. hiçbir şey yapmıyordun. hiçbir şey, yapmıyordun. ne düğmelere bakıyordun ne de telefonunu kontrol etmiştin.*
jungkook?
*senden burada olduğunu belirten bir ses geldiğinde gözlerimi sıktım ve açtım ardından. birazdan oksijenimiz tükenecekti ve bu benim korktuğum tek ölüm şekliydi.*
buradan çıkmak istiyorum. bir şeyler yap.
*kolunu her saniye biraz daha sıktığımı tam o an fark edebilmiş, elimi gevşeterek gözlerimi kapatmış ve eline doğru kaydırmıştım elimi.*
lütfen.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bad guys | taekook
Fanfiction"kim taehyung, 20 yaşında. boy 1.68 kilo 57. annesi veya babası yok, öldürmüş." ben öldürmedim. "kapat çeneni. 12 yaşındayken IQ'su 165'miş. ülkedeki mensa IQ akademisine küçük yaşta giren ilk üye. matematik olimpiyatlarını kazanan en genç insan. en...