YG.1

137 22 11
                                    

/ yoongi

*herkesin hayatında bir ya da daha fazla kırılma noktası vardı. benim kırılma noktam seneler öncesine aitti. her zaman işini severek ve layığıyla yapan bir adam olmuştum. ama önüme itilen pembe renkli dosya, benim kırılma ânımdı. peşi sıra takip edecek kalbimin kırılma ânına ise çok kalmamıştı. zor bir görev gibi görünmüyordu ama bölüm şefliğine terfi etmek için kilitti de aynı zamanda.

dosyayı inceleyerek geçirdiğim gecenin ardından sorup soruşturmaya başlamıştım. etraftan edindiğim bilgiler doğrultusunda işler daha da karmaşıklaşmış, aslında düşündüğüm kadar küçük bir iş olmadığını fark etmiştim.

ve sen.

seni ilk gördüğüm an, birkaç saniye afalladığımı hatırlıyorum. zar zor birkaç kelimeyi bir araya getirerek sana sormam gerekenleri sormuştum. aptal gibi göründüğüme eminim, tanrı'm, aptal olduğumu düşündüğüne tüm kalbimle emindim!

büyülenmiştim. ilk gördüğüm anda büyülenmiştim. sorgu odasında park jimin, rahat tavırlarıyla sorulan bütün sorulara bilmediğini ya da haberi olmadığını söylüyorken hiçbir sebebim olmaksızın onu bir geceliğine hapishanemizde misafir etmiştim. çünkü, çünküsü yoktu. dava açsa kesin kaybederdim. şüpheli bile değildi ki. apar topar sorgu odasından çıkmış, evime varmıştım. bir plan kurmam gerekiyordu? operasyon, evet. nasıl etkilenirdi? tanrı'm, onu nasıl etkilerdim? ertesi gün sabah hapishane katına indiğimde sinirden köpürmüş bir sen ile karşı karşıyaydım. sen, "komik bir şey mi söylüyorum?" diyene kadar gülümsediğimin farkında bile değildim. ve tüm gece, oturup düşündüğüm planımı demirliklerin kilidini açıyorken uygulamaya girişmiştim.

tamam, belli ki kötü bir plandı. alt tarafı yemeğe çıkmayı teklif etmiştim ama sen yalnızca alayla gülüp beni ittirmiştin ki tam o anda, görmemem gereken bir şeyi görmüştüm.

iz. kolunu kavramıştım sen gidemeden. bulunduğun çetenin birkaç gün önce çözdüğüm sembolü kulağının arkasındaydı. baştan ayağa ürpermiştim ki sen kolunu çekmek için oynattığında parmaklarımı gevşetmiş, bırakmıştım. tek bir soru bile sormamış, öylece gitmene izin vermiştim.

daha sonra, sembol üzerine daha çok araştırma yaptım. bir umut başka bir şeyden dolayı çizdirdiğine inandırmaya çalışıyordum kendimi ama hayır, apaçık ortadaydı. sembolün başka bir anlamı yoktu.

gündüzleri seni bulabildiğim kadarıyla rahatsız ediyor, geceleri ise evimde, odamda bazen karakolda dönüp duruyordum. çıkmaza girmiştim. çok büyük batağa batmıştım. dosya uzuyordu ve soruşturmalarımızın çoktan farkına varmışlardı bile, eminim. uyku nedir tanımıyordum bile.

daha fazla erteleyemediğim operasyon bu geceydi. gündüz seni bulmuş, bu defa her şeyimi kullanarak seninle akşam yemeğine bir randevu ayarlamıştım. ayarladığımı sanmıştım. bakarız kelimesinin park jimin sözlüğünde evet demek olduğunu düşünmüştüm. çünkü şimdiye kadar sert reddedişlerinin dışında bir şeye maruz kalmamıştım.

planım, baskın esnasında orada bulunmadığından emin olmaktı. bana kızacağına ve hatta bir daha yüzüme bile bakmak istemeyeceğine emindim. yine de en azından seni güvene almak her şeyden önce gelmişti benim için.

beceremediğimi çok acı bir şekilde öğrenmiştim ne yazık ki.

seni kollarıma aldığım andan itibaren sana ihanetimin yanı sıra kurşun yaran da kanatıyordu artık beni.*

'kaç kez dedim sana, film mi oynatıyorum burada? siktir git.'

*siktir git. ne büyülü iki kelimeydi ama? bir insan hayatının aşkından başka ne duymak isterdi ki? hiç. hiçbir şey tabii ki.

gözlerimi yüzünde gezdirdim ve derin bir iç çektim. yorgun ve özlem dolu bir iç çekişti. sen anlamazdın, beni hiç anlamamıştın. canımdan can gitmişti, ufacık kalmıştım. karşında ufacık kalmıştım da dönüp kendime bakmamıştım. kendimi sana hiç anlatamamıştım. hiç açıklayamamıştım.

büyüttüğün çiçeklerde gözlerimi gezdirdim. yağmur da duracak gibi değildi hiç.*

büyümüşler.

*büyümüşsün. ben de büyümüşüm, aşkım büyümüş. pişmanlığım büyümüş. acım büyümüş. yaram da büyümüş. kabuk bağlamamış, kanayıp durmuş.

senden daha yüksek seste bir küfürle yeniden kovulduğumda ikinci defa duymamış gibi yaptım ve gözlerimi yere çevirdim.

acaba, senin tekrar yürüyebilmen karşılığında canımı vermeye hazır olduğumu biliyor muydun? sana bir şans daha verebilmek için neler yapabileceğimin farkında mıydın? beni anlamamıştın hiç ama aşkımı gördüğün olmuş muydu?*

jimin, ben buraya...

*gözlerimi ayaklarından çekip bacaklarına oradan da yüzüne kadar çevirdim.*

buraya, senden af dilemeye geldim.

*gözlerinde gördüğüm sinirli parıltılarla dudaklarını yeniden araladığında konuşmana izin vermedim.*

dinle, yoruldum. seni sevmekten yoruldum. sen biliyor musun, seni sevmek nasıl zor? nefretini kazanmış ve her şeyini kaybettiren o adam olmak nasıl zor? her şeyini kaybettiğini düşünüyorsun ama her şeyini kaybetmiş bir adam görmek istiyorsan aynaya değil bana bak. beni gör. gör artık, sikeyim ki ben seni kaybettim. sen bunun nasıl bir şey olduğunu nereden bileceksin? seni tutamadan kaybetmenin ne demek olduğunu nasıl bileceksin? sorsan da anlatamam. anlatamıyorum. senin de pek anlamaya çalışır gibi bir halin yok zaten. acını küçümsüyor değilim. sadece, demek istediğim şu ki...

*derin bir nefes ve gözlerine takılı kalıp kısa bir duraksama.*

...benim çiçeklerim bile yok.

bad guys | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin