J-27

179 28 3
                                    

*bir cevap alamamıştım. hatta bir cevap almayı bırak, herhangi bir ses bile çıkmamıştı senden. gözlerimi aralayıp başımı kaldırdığımda gözlerinin dalıp gittiğini görünce anlamıştım bir tepki alamayışımın sebebini.

neler düşünüyordun da soyutlanmıştın merak ediyordum. sağ gözün minik minik seğiriyor, dudakların gülümsemekten oldukça uzak geriliyordu. sıkıntılı bir soluk dudaklarımdan döküldüğünde göz kapakların hareketlenmiş, ardından kollarının boynumu bulmuştu.

dudaklarımı birbirine bastırıp bedenimi kastığım için omuzumda hafif bir sızı hissettim ama senden uzak kalmak istemediğimi biliyordum, böyle güzeldi, hoştu. akşam birbirimizi öpüyorken de sarmıştın kollarını boynuma. ve sıcak hissettirmişti. sanki her zaman böyleymişiz gibi içimde en ufak bir yadırgama söz konusu bile değildi.

bu sebeple biraz da olsa memnuniyet hissiyle sarmalanmıştı bedenim. derin bir nefes aldım ve ciğerlerime ılık ılık akan kendi kokumu ilk kez gülümseyerek karşıladım. bence sana yakışmıştım.

o an pek sık duyamadığım sesin odanın duvarlarına çarpmadan, benim tenime, kulağıma ve saçlarıma dek değip geçiyorken söylediğin cümlelerinin senin saf düşüncelerinden olduğunu anladığımda, garip bir his göğsüme doldu.

yâni daha önce kimse benim uğruma canını feda etmemişti. ya da ondan önce, kimse böyle bir şey söylememiş, böyle bir imâda bile bulunmamıştı. insan ilişkilerim kopmaya meyilli ipliklerden oluşuyordu. bir sevgiliyi geç, sırtımı dayayabileceğim bir ailem bile yoktu, benim gözümde. babama sorarsak, benim geleceğim için kıçını yırtmıştı. fakat ben değer bilmezin tekiydim.

kendimi istemsizce diken üstünde hissediyorken kolların arasındaki özel alanım, gittikçe kısıtlanıyordu. aralık dudaklarımdan soluklanıyor, beni bu tehlikesiz samimiyetin germesine engel olamıyordum.

ancak o zaman anlamıştım işte.

korkan yalnızca sen değildin.

belki de ilk kez dile getiriyordun benim hakkımdaki hislerinle ilgili düşüncelerini. bensiz kalmak istemediğini söylediğin an ürpermiş, karın boşluğumda anlatması güç bir ağrı hissetmiştim.

sanki dua ediyordun.

kısık sesin ve inanıyordum ki bütün samimiyetinle dile getirdiğin cümlelerin, bir dua mahiyetindeydi.

benimle konuşuyor, fakat ruhunla tanrı'dan beni dileniyordun.

sarsılmıştım.

sandığımdan büyüktü içinde beslediğin her neyse. ve ilk kez böylesine sarılmış hissediyordum birine. sağlam elim beline sarılıyorken yaptığım o yakınlaşmayı kastetmiyorum. dudaklarının arasından dökülen cümleler ile kendi varlığını benim nezdimde ispat etmiştin. beni beklemeden, bana sımsıkı sarılmıştın.

böylesi gerçek ve güvenli hislere alışık olmadığımdan, mesela tam şimdi ağlayasım gelmişti. ya da koşmak. koşmak istiyordum. nefesim kesilsin. ve ciğerlerime oksijen gitmediğinden ıssız bir yolun ortasında bayılıp kalayım.

fazlaydı. güzeldi ama benim ruhuma bunlar çok fazlaydı.

yutkundum ve kuruyan boğazım sebebiyle çatallaşmış sesimi sessizliğimize salıverdim.*

beni kendi ellerinle itmediğin müddetçe seni bırakmam.

*hayır. aklımdan geçenler bunlar değildi. hayır, bunu söylemeyi bile düşünmemiştim. ama ağzımı açar açmaz, zorlukla soluklanır soluklanmaz can havliyle dile getirdiğim kelimeler, tam da böyle bir cümleyi yaratmıştı.

hayır. anlayabiliyordum.

senin aksine karamsar olmak istemediğimi bütün varlığımla hissedebiliyordum. tereddüt yâhut endişeyle dile getirmiştin aklındakileri. ne hissediyorsan, dürüstçe söylemiştin. ama benim doğrularım dürüstlüğün hizâsına girmiyorlardı.

dürüst olmayacak olsam da isterdim. imkânsız da olsa isterdim. ben böyle yaşamıştım. bu hayatta her seferinden gözümü tepeye diktiğim için hayattaydım hâlâ.*

hayatın yeterince acıtmıyor mu canını? beni derdine dahîl etme. ben... yâni... senin canını acıtacak değilim, taehyung.

*ben de korkuyordum ama bizim korkularımız farklıydı. sen beni kaybetmekten korkuyordun. ben ise tam olarak beni içine çektiğin bu şeyin üstesinden gelememekten.

fakat, jeon jungkook değil miydim. yine burnumun dikine gidecektim.*

kötü şeyler düşünmek yerine, beni düşün. ha? beni izlemeye bayılıyorsun. bugün,

*âniden geri çekilip ikimizi de yüz yüze getirdiğimde kaşlarım yükselen sesim gibi havalanmıştı. karanlıkta birbirilerine değiyordu parlayan gözlerimiz.*

ne güzel gülüyordun o zaman,

*kaşlarımla yüzünü işaret edip başımı yana yatırdığımda gülümsemiştim.*

gül bakayım.

*belindeki elim çoktan yanağını, baş parmağım da dudaklarını bulmuştu.*

kıvır hadi dudaklarını. hadi tae.

*ısrarlarımı nihâyet kabul ettiğinde kıvrılan dudakların, saklamaya çalıştığın ifadene rağmen gözlerimin önüne serilmişti. benim de gülüşüm iyice büyürken o an içimden geldiği gibi uzanmış ve gülümsemeni öpmüştüm.*

böyle daha güzelsin bak. gülümsediğinde. kafanı karanlık düşüncelere yormana gerek yok, bir gülümsememize bakar. sen beni tanımıyorsun.

*gözlerine bakarak konuşuyorken oldukça ciddi fakat bir o kadar da samimiydim çünkü hâlen gülümsüyordum? hoşuma gitmişti seni gülüşünden öpmek.*

her şeyi yapabilirim. benim sınırım yok. güven bana.

*bundan aylar önce, bizzat böyle laflar edeceğimi, bu heyecan ve hevesle beklenti içerisine gözüm kapalı atlayacağımı söyleseler inanmaz, duyduğum o lafları kulak arkası edip işime bakardım.

ama şimdi, tam olarak, kendime bile itiraf edemediğim bazı şeyler uğruna senin kollarına yapışıyor, ellerini tutuyor, tabiri caizse sana sarılıyordum.

ve garip olan şuydu ki, biraz akıllanmış da hissediyordum. kim bilir, belki de benim adam ederdin?*

bad guys | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin