J-13

370 39 6
                                    

*aramızdaki sessizliğe alışmam gerektiğini düşünüyordum. yâni, dakikalar önce zayıf yanının beni keyiflendirişi, ağır ağır sönüp gitmeye başlamıştı. şimdi seninle, yalnızca bekleyecektim. konuşasım ya da sana takılasım da kalmamıştı, bir gram endişe de duymuyordum. beklentinin sularına sırt üstü bırakmıştım kendimi.

gezinen bakışlarım ise beni bir tuzağa düşürebilmenin ânını kolluyormuş gibi, senin gözlerini bulduğunda, olmuştu ne olduysa. senden beklemediğim bir hareketlenmeyle karşı karşıya kalınca önce bedenim, savunma mekanizmam tarafından uyarılmıştı. anlık olarak zihnimi turlayan düşünceler, belki de zayıf noktası diye bir şey yok da beni şuracıkta dilim dilim edecek düşüncesinin peşini kovalıyorlardı.

hayır. şaştığım nokta neydi biliyor musun? bana saldıracağın düşüncesini masaya yatırsam bile, sana bakakalmıştım sadece. yâni, açık bir kurbandım o an aslında, canımı alman saniyelerini bile almazdı; karşı çıkamayacak bir transa girmiştim. istemeden.

fakat olmadı. ölmedim. öldürmedin beni. saldırmadın da. haksız ve ön yargı içerikli tüm bu düşünce mantığım tuzla buz olmuştu. aksine, kendime yönelttiğim şaşkınlığımı ellerine almış ve üstlenmiştin. birbirimize yabancı değilmişçesine, ben hiçbir zaman senin haz etmediğin bir düşmanın, sen ise hiçbir zaman azılı bir katil olmamışcasına bir samimilik ve nahiflik ile bana dokunmuştun.

tamam, zihnimin oltasına gelmekteydim tam şu an. saniyelerim arasına hapsolan bu hamleleri ne diye bu kadar dallandırıp budaklandırdığımı anlayamıyordum.

bir an olsun kırpmadığım gözlerim, gözlerinin içine odaklıydı. yaptığını sorguluyordum. o an kendimden bile beklemediğim bir merakla çığırıyor gibi hissetmiştim. yalnızca bu görevi dudaklarım değil de gözlerim üstlenmişti. soru soran taraf bu sefer onlardı. dudaklarımı açsam bu sahne önümden silinip gidecekmiş gibi hissetmiştim. bu yüzden dudaklarım mühürlüydü aslında.

beni yönlendirdiğinde ise aramızdan belirsiz bir meltemin estiğini hissettim sanki. tuhaftı. dizlerine yaslanmışken, yumuşak dokunuşlarını hissediyorken ve göğsümden sıyrılıp kopan duyguları anlamlandırmaya çalışıyorken, savunmasız kalmıştım. tamamen. sanki zihnim saniye başı daha da bulanıyor gibiydi. ben sorguladıkça her şey birbirine karışıyor, bulacağımı düşündüğüm yanıta çok daha uzak kalıyordum.

bilmem nedendir, ayak uydurdum. ne karşı çıktım, ne alaya vurdum ne de sorguladım. göz kapaklarımı hafifçe düşürmüş ve boğazıma dizilen nefeslerimi umursamayarak, sessizliğe odaklanmıştım. bunca yıllık hayatımda, belki de yaşadığım en garip an, hissettiğim en garip hislerdi tüm bunlar.

bir katilin dizlerine yaslanmış, belki defalarca kez aldığı canların kanına bulanmış elleri, sanki ipekten bir halı dokuyormuş gibi dikkatli ve nazikçe tenimi dolaşıyorken, hayatımda ilk kez içinde bulunduğum bir ânın varlığına ihtiyaç duyuyormuş gibi hissetmiştim. sâhiden anlık bir farkındalıktı ve bana dertli bir soluk aldırmıştı.

fakat sonrası şaşırtmayacak derecede sıkıcıydı. aydınlanan asansör duvarlarına bile oflayasım vardı. benden ayrılan, beraberinde ayaklanan beden ise bir yabancıya dönüşmüştü yeniden. ben ise içine girdiğim o tuhaf hissiyât ile beraber bitkinlik içerisinde ayaklanmış, gözlerimi kapıda dikilen jongin'e çevirmiştim. göz ucuyla bile sana bakmaya yeltenmedim. bedeninin yanından sıyrılıyorken yalnızca jongin'in omzuna samimi bir şekilde vurmuş ve yorgun bir sesle mırıldanmıştım.*

eksik olma, devrem.

*merdivenlere dönüşüm ise oldukça kısa sürmüştü. bir bir bastığım basamaklarda ayak seslerimin yankılanmasını bile duyamayacak kadar sağır olmuş gibiydim. hızlı hızlı aşağıya inişim, binayı terk edişim ve motoruma varışım dakikalar bile sürmemişti belki de. bir yolculuğun fitilini ateşliyorken ise farkında olduğum tek şey, o asansörden dışarıya adımımı attığım andan itibâren omuzlarımda hissettiğim taşıması güç bir ağırlığın varlığıydı.*

"ulan hergele! senin ben ta amına koyayım. tanrı bastığın toprakları kurtçuk kurtçuk etsin, çöllerde susuz kalasın, götüm! bakıyor mu hiç bana- aklına tüküreyim senin ben, bok beyinli!"

*bazen, aciz bir insan olarak hatalar yapardık. yanlış bir karar, talihsiz bir seçim gibi... o an olmamalıydı, olmaması çok daha makbule geçerdi fakat iş işten çoktan geçtiğinden, el mahkûm bu hatanızın cezasını üstlenmek zorunda kalırdınız.

sıradan bir jungkook, yaptığı hataya orta parmak sallayan bir herif olduğundan, şimdi ki asil tavrıma, bulunduğu bahçeden gelişine sallayan, ağız dolusu küfreden, tekerlekli sandalyesini kırarcasına sarsan park jimin bile şaşkındı. buna eminim.

buraya gelerek hata etmiştim. çünkü asıl ihtiyacım olan şey yalnız kalmakken şimdi, bi' dolu laf yiyordum. şaşırtıcı değildi, bu her zaman yaşadığım bir rutindi. bugüne dek ona sataşarak bazı günleri burnundan getirdiğim kışlık komşum haklı olarak benden nefret ediyordu. haklı olarak gördüğü her an, sayıp sövmeye başlıyordu. ama şu an ne ona karşılık verecek kadar keyifli, ne de başka bir yere çekip gidecek kadar dinçtim.

yalnızca kafama estiğinde uğradığım bu eski kışlık eve rotamı çeviriyorken zihnimin karışıklığıyla boğuşmakla meşguldüm, o yüzden pek sağlıklı bir karar olmaması şaşırtıcı değildi.

yine de... garip ama, yine de pişman hissetmiyordum.

tam şu an, bahçenin soluk aydınlatmasının izin verdiği kadarıyla görebildiğim çiçeklerin yanında türemiş yabâni otları ayıklıyorken pişman hissetmekten çok uzak, hatta kendimden de çok uzaktım. bir başkası gibi, yabancı bir tavırla garip bir uğraş veriyordum.

hareketlerimde bir çırpınış var gibiydi. gözlerimi diktiğim kuru toprak, elimi kirletiyorken göğsüm daralıyor gibi hissediyor, her bir otun kökünü kestiğimde gergince titriyordum. hava da esintiliydi çünkü. ne olduğunu anlamak mümkün değildi. asla ve asla bir isimlendirme yapmayacaktım. asla ve asla suçlamayacak, fakat bu durumu üstlenmeyecektim de. sadece çırpınacaktım. boşu boşuna olsa da, hiçbir şey elde etmesem de. var gücümle bir arayış içerisindeydim ama bu inatçılığım yüzünden cevabı bulamayacağımı da biliyordum. umurumda değildi. o gece, ben, jeon jungkook değildim. sadece biriydim. öylesine biriydim. ot ayıklayan biri. fazlası değil.*

bad guys | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin