- / yoongi*son cümlemin ardından aramızdan çokça yağmur damlası geçmişti. sessizdik, susmuştun birkaç dakikadır. aslında yanıt da bekliyor değildim. olabildiğince özlemimi gidermeye çalışıyordum. buna alışmıştım, iyi bilirdim bakarak özlem gidermeyi. sonunda hakaretini işittiğimde nefesimi vermiş yerimde dikleşmiştim. sesin güzeldi, sesini seviyordum. bir defasında çiçeklerine şarkı söylüyorken duymuştum. duyduğum en güzel şarkı, tattığım en güzel yemek, gördüğüm en güzel dans ve başka her ne varsa hepsinde birinci sıraya yerleşebilirdi. tabii, bana uygun görülen güzel sesinden tatlı şarkılar değildi elbette.*
'çünkü sen çiçekleri bile hak etmiyorsun, yoongi. duyuyor musun beni?'
*duyuyorum. duymaz olur muyum? sessizce gözlerine baktım. o sırada bana doğru yaklaşan bedeninle bir anlık panik içerisine girmiş, neredeyse geriye gitmek gibi bir aptallık yapacakken son anda kendime gelebilmiştim. gözlerini bende gezdiriyorken yapmam gereken tek şey, hiçbir şey yapmamaktı. evet. dümdüz durmak. gözlerimi meraklı gözlerinde gezdirdim. zaten fazla oyalanmamışlardı ki onca zaman sonra bu kadar yakından gözlerine bakıyor olmanın şikayetini elbette ki etmeyecektim. sadece biraz... heyecanlanmıştım sanırım?*
'çirkinleşmişsin. senden daha iyilerine lâyığım ben.'
*hafifçe güldüm. üzgünüm meleğim, üzgünüm ama layığını bu dünyada bulmana imkan yok. sana denk bir evlat henüz annesinin karnından doğmadı.
devamında ellerimi ceplerime koymuş, yanımdan geçip gitmeni buruk bir tebessümle seyrediyorken eve girmeden önce bana seslendiğinde ellerimi cebimden çıkarmıştım. şaşkınca sana bakıyordum.
önce etrafıma baktım bana söylediğinden emin olabilmek için. kimse yoktu. çiçeklerin ve ben vardık yalnızca. yerimde hareketlendim ve ne yaptığımı bilmeden peşinden geldim. kapının önüne kadar geldiğimde de çoktan içeriye geçmiş, seninle göz göze gelmiştik ama bakışlarını geri çevirdiğine göre... doğru anlamıştım sanırım? gerçekten beni evine davet ediyordun.
yağmur damlalarıyla ıslanmış dudağımı kuruymuş gibi ıslatmış ve içeriye adımlamıştım. polis montumu çıkarıp köşeye bıraktıktan sonra kapıyı kapattım. neden? anlamıyordum, neden?
mavi kravatımı gevşeterek üstteki iki düğmemi açtım nefes alabilmek için. sen sandalyenden koltuğa geçmeye çalışıyorken aceleyle sana doğru bir adım atmıştım ama göz göze geldiğimizde bakışlarınla yerimde durmuştum ki sen de kendi başına geçebilmiştin zaten. geçebilirdin. tabii ki, geçebilirdin. senelerdir kendin geçiyordun zaten. biraz sakin olmam gerekiyordu.
tamam, şimdi elimizdekilere bakalım. aç olduğunu söylemiştin. yemek hazırlamam gerekiyordu. mutfağa yöneldim. zaten oturma odasıyla birleşikti. elimi buzdolabına götürürken duraksadım ve sana döndüm.*
emin misin? sana yemek hazırlamamı mı istiyorsun?
*ciddi bir şekilde sana öğrenmek için soruyorken gülmenle dudaklarımı birbirine bastırdım ve buzdolabını açtım. tavuk yemeyi seviyordun. bunu biliyordum. bu yüzden, hızlıca tavuk soteleyebilirdim.
tavuk, yeşil biber, kırmızı biber ve domates çıkarıp hepsini aynı anda taşımaya çalışarak tezgaha bıraktıktan sonra sana baktım göz ucuyla. gözlerin üzerimdeydi. dolaptaki elimle sana bakmayı sürdürüyorken aç olduğunla ve hızlı olmamla ilgili söylendiğinde yeniden önüme dönmüş ve kollarımı sıvıyarak malzemeleri yıkamaya başlamıştım.
yemek yapmakta çok iyi olmadığını biliyordum ama ben yapıyorken müdahale edip durmuştun. bana bıraksan çok güzel olacaktı her şey fakat bırakmıyordun.
sonunda yanına hazırladığım makarnayla birlikte iki tabak çıkarmış ve makarnaların üzerine tavuk soteyi koyup, özellikle senin tabağına tavukları daha fazla koymuştum, içecekle birlikte yanına döndüm.
koltuğunun yanında bir masa vardı zaten. masanın üzerine yemeği bıraktım ve bir sandalye kapıp ben de ehm, sana en yakın yere oturmuştum. ilk lokmanı alana kadar elimde çubuklarla durmuş ve seni izlemiştim. daldığın televizyondaki yabancı filmden dolayı beni fark etmemiştin bile. ben de yemeği boş vermiş sen televizyonunu izlerken gözlerimi yüzünde gezdirmeye devam etmiştim hafif bir gülümsemeyle.
zaten filme bakarak yemeğinden yediğin için dudağının kenarına bulaşan yağla peçeteye uzanıp sana uzattım biraz sonra. gözlerini televizyondan ayırmadan dudaklarını bana doğru hafifçe yanaştırdığında duraksamış ve iki saniyeliğine öylece beklemiştim. ben mi temizleyecektim. tamam, zor değildi ya? temizlerdim tabii. şimdiye kadar ne çatışmalara girmiştim, ne suçlularla mücadele etmiştim ben.
gözlerimi dudaklarına çevirdim ve derin bir nefes aldım. tanrım... seneler olmuştu.
dudaklarını öpmeyi ilk hayal ettiğimin üzerine koca beş sene geçmişti. elimdeki peçeteyi dudağına yaklaştırdım ve dolgun dudaklarının üzerine hafif hafif bastırarak temizledim yavaşça. boğazım kurumuştu. nasıl özlemiştim. nasıl özlüyordum hala seni bir bilsen. o zaman da bu kadar acımasız olur muydun? hayır, bana bağırıp çağırmandan küfürler etmenden bahsetmiyorum. asıl acımasızlık buydu işte. görüyordum ki senin şimdiye kadar bana yaptıkların eziyetten değildi. asıl bu eziyetti resmen.
peçeteyi dudağından çekip buruşturdum ve tepsiye bıraktım. avuçlarım terlemişti ve şimdi mecburen dudaklarına bakıyordum yalnızca. o an ben farkında bile olmadan dudaklarımdan kısık seste birkaç kelime dökülmüştü.*
güzelliğin hiç eksilmez mi senin?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bad guys | taekook
Fanfikce"kim taehyung, 20 yaşında. boy 1.68 kilo 57. annesi veya babası yok, öldürmüş." ben öldürmedim. "kapat çeneni. 12 yaşındayken IQ'su 165'miş. ülkedeki mensa IQ akademisine küçük yaşta giren ilk üye. matematik olimpiyatlarını kazanan en genç insan. en...